"ya oğlum ne oldu sana yine?"
sıcacık bir cumartesi günü. güneş tam tepede ve herkes harıl harıl sohbet etmek ile meşgul. iki oğlan hariç.
"git sor arkadaşına bakalım ne olmuş."
dedi hyunjin, changbin'i tersleyerek. kollarını göğsünde kavuşturup bacaklarını da birbirine çekmişti. yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı ve her an birine dalabilirmiş gibi bakıyordu. changbin gözlerini devirip minho'ya döndü.
"kanka ne oldu seninkine?"
uzaklara dalmış olan minho onun sözleri ile transtan çıkmıştı. gözlerini birkaç kez kırpıştırıp omuzlarını silkti, moralinin bozuk olduğunu anlamak pek de zor değildi.
ikisinin arasındaki gerginliği yalnızca o fark etmiş olacak ki diğer çocuklar güle oynaya sohbet ediyor ve kahkaha sesleri ile tüm parkı sarsıyorlardı. ikisinden de adamakıllı bir cevap alamaması onu delirtmek üzereydi.
"kavga etmezsiniz siz kolay kolay, dökül."
"changbin gerçekten hiç havamda değilim, kalkıp eve gitcem şimdi cidden niye geldim onu da bilmiyorum amına koyayım." diye sitem etti söylenerek, arkadaşı onu bu keyifsizliğini anlayabiliyordu. hyunjinsizlik lee minho'ya hiç yaramıyordu.
bankın kenarına koyduğu telefonunu aldı ve herkese çok kısa bir veda edip uzaklaştı. hyunjin'in peşinden, göz ucuyla onu izlemesi changbin'in gözünden kaçmamıştı.
gözleri doldu dolacaktı az kalsın, minho bir hışımla parkı terk ederken. büyük oğlanın siniri her halinden belliydi ve onu sinirlendiren ta kendisiydi. bunu bilmek hyunjin'i çok huzursuz ediyordu.
daha fazla burada durmak istemese de nereye gideceğine dair pek bir fikri yoktu. arkadaşları da ona sormaya başlamıştı şimdi minho'nun bu halini, onlara "benim yüzümden kavga ettik." diyecek hali yoktu ya.
bilmiyorum, diyesi bile gelmemişti o an. sahi, büyük aptallık etmişti. minho'nun gözlerinin ondan başka kimseyi görmediğini adı gibi biliyordu. salak saçma kıskançlıklarıyla bıktırmıştı minho'yu, kendinden utanıyordu.
o da ayağa kalkıp birkaç kelam ettikten sonra koşarak ayrıldı oradan. halletmesi gereken önemli bir şey vardı. erkek arkadaşının gönlünü almalıydı.
---
"anne, ben geldim!" diye seslendi, evin içine adımını attığı gibi. anahtarını eşofmanının cebine atıp hızlıca kapıyı kapattı ve elindeki poşet ile mutfağa doğru ilerledi.
"hoş geldin kuzum." annesi mutfakta bir şeyler atıştırıyordu. hyunjin'in sabahtan beri morali bozuk olduğu için bir anda bu şekilde eve gelmesine şaşırmıştı, ayrıca bu kadar çabuk gelmesini de beklemiyordu. çocuklarla takılacağım, diyerek çıktığında hep geç kalırdı ama bu sefer nedense erken gelesi tutmuştu. yine de oğlu mutlu olduğu için memnundu.
hyunjin elindeki poşeti masanın üzerine bırakıp çabucak ellerini yıkadı mutfağın musluğunda. annesi buna çok kızsa da şimdi olabildiği kadar hızlı olmalıydı, zaman kaybedemezdi.
hwang bora, oturduğu sandalyede yükselerek oğlunun getirdiği poşetin içinde göz gezdirdi biraz. mısır nişastası, birkaç paket süt ve bir sürü şeftali vardı içinde. kadının kaşları çatıldı ve kafasını kaldırıp geniş bir tencere çıkaran çocuğuna baktı.
"bunlar ne için hyunjin?"
hyunjin boğazını temizleyip ocağın altını yaktıktan sonra ancak ona dönebilmişti. biraz da olsa çekinerek yutkundu, gözleri ayaklarının dibindeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
crazy but mine,, hyunho
Fanfictionson siniflarin en guzel oglani hwang hyunjin ve basi beladan kurtulmayan erkek arkadasi lee minho. [devam ediyor]