Düşünceleri hiçbir zaman yakasını bırakmıyordu. Bazen bunu büyürken yaşadığı olaylara bağlasa da bazen de bu çıkarımı yanlış buluyordu. Bazı dönemlerde hayatı o kadar yoğun geçiyordu ki susmayan zihnini dinleyemediği zamanlar da oluyordu. Fakat genellikle idealar aleminde hayatta kalmaya çalışan birisiydi. Günlük hayattaki suskunluğunun aksine Vedat, içsel dünyasında geveze bir yapıya sahipti. Bir kişi aklından geçen düşünceleri duysa ne yapardı. Münzevi düşünceleri havaya temas ettiğinde fiziksel varoluşla arasında nasıl bir kimyasal tepkime meydana gelebilirdi? Acaba gece uyurken sayıklıyor muydu? Güçlü, türünü anlayamadığı ve sahipsiz topraklarda fink atan yabani hayvanların, ansızın akın etmesine benzeyen bir yapısı vardı bazı düşüncelerinin. Kimi zaman Cengiz Han'ın büyük avı gibi vahşi düşüncelerini çevreleyip birbirine kırdırdığı ve gittikçe daha vahşilerinin daha dar bir çember içinde bıraktığı düşünceleriyle tek başına savaşırdı. Bazen de bir okyanusun içinde kâşif edasıyla dolaşan ve yeni keşiflerin susuzluğuyla kendini kamçılayan bir talebe gibi hissediyordu. Kısa boylu, hafif şişman, köse ve önemsiz görüntüsünün altında Cicero ve Antonyus'un tartışmalarını andıran tartışmalar döndüğünü kim bilebilirdi ki? Giydiği kıyafetlere önem vermezdi, hatta en sevdiği kıyafetler en eskileriydi. Çünkü onlara eskimiş değil olgunlaşmış gözüyle bakardı. Hatta en çok sevdikleri etkinliklere katıldığında bedava olarak dağıtılan kıyafetlerdi. Çünkü kullandığında anlatacak bir şeyleri olurdu.
Vedat neden düşüncelerini anlatmıyordu veya anlatmıyordu kendisi de bilmiyordu. Evde oturduğu sıradan bir akşam bunu düşünmeye başladı. Odasına gitti ve on yıldan uzun süredir kullandığı hırkasını giyip balkona çıktı. Dokuzuncu katta oturuyordu. Çıkmadan aklında olan konu birden aklından uçup gitti. Aşağıya atlama fikri pusuda bekleyen yırtıcı bir hayvan gibi ansızın beynine yapıştı. Kurtulmak için çok çabaladı. İntihar fikri öylesine yoğun ve hızlı yayıldı ki tıpkı bir kova suyun içine damlatılmış bir damla mürekkep gibiydi. Bir anda bütün zihnini ve bedenini sardı. Kendini soğuk balkon betonuna oturmak zorunda hissetti. Vedat kendisinden korktu. Ancak böyle bu düşünceden kurtulabileceğine inandı. Ama işe yaramadı. Sonra ölümden kaçarcasına kendini evin içine attı. "Neydi şimdi bu?" deyip kendine hesap sordu ama bir cevap bulamadı. Aklına aşağıya atlamak neden gelmişti? Cevap bulamadığı düşünceleri en kötüleriydi. Çünkü cevap bulana kadar sürekli bir kenarda sessizce kendine bir cevap bulunmasını beklerdi. Bazen bu yıllar alırdı bazense sırayı bir kez yakalamışken diğerlerine fırsat vermezdi. Artık o düşüncelerinin asabiyetine bağlıydı. Hadari ve medeni olarak ID ve süper egosundan gelen farklı soruların farklı tıynetleri vardı. En azından bunu anlayabiliyordu.
Evin içine geri geldiğinde neden insanlara düşüncelerini anlatamadığını düşünmeye geri döndü. Bu soru süper egosundan geliyordu, haliyle medeni ve asabiyeti düşük bir soruydu. Anıları Vedat'ı kolundan tuttu ve onu ayaklarını kullanmaya ihtiyacı olmadığı bir geziye çıkardı. Yargılayıcı ve itham edici bakış ve sözlerle muhatap olmaya mahkûm kaldığı anlara geri döndü. Gözleri açıktı. Duvardaki durmuş saati izliyordu. Beşer icadı zaman adeta onunla dalga geçiyordu. Durgun bir zaman içinde geçmişe dönmüş, bilinç altında bulunan arşivlerden bir bir dosyalar önüne konmaya başlanmıştı. Sonrasında anladı. Küçük düşmek zaten insana en çok küçükken koyar. Ama daha dokunmasa iyileşecek ağız içi yaraları olan Vedat'ın büyüdükçe derinleşen dikiş tutmaz bu yaraları nasıl iyileşebilirdi ki?
Vedat saatin gerçekte kaç olduğunu merak etti sonrasında cebindeki telefonu çıkartıp baktığında vaktin çok geç olduğunu gördü. Ertesi gün işe gitmek için nasıl uyanacaktı? Yatağına uzandı ne kadar güçlük çekse de uyumayı başardı. Gece rüyasında çok garip bir sahne gördü. Bir gece vakti karanlığı temizlemeye çalışan adeta çamurlaşmış bir yağmurun altında ıslanan yüksek binaları olan kentin çok da parlak olmayan ışıkları bulutların üstünde kıvrılarak uzanan beyaz ve uzun kanatlı zehirsiz lakin boğarak avlarını etkisiz hale getirip yiyen bir yılanı aydınlatıyor ardından gözler önüne seriyordu. Asfalta değen su zamana dönüşüp şehrin kanalizasyonuna akıyordu. Vedat'ın alarmı Prokofiev'in ünlü kompozisyonu Dance of the Knights'tı kâbus mu rüya mı belli olmayan şeyden bu kompozisyonu duyarak uyanmıştı. Ne anlama geldiğini ve bir tabiri olması gerektiğini düşündüğü bu rüyası için girdiği rüya tabirleri sitesinde bu kadar ayrıntılı ve fantastik unsurları içeren durumların bir tabiri bulunmuyordu. Zaten genellikle çok rüya görmese de gördüğü bütün rüyaların tabirine bakmaya çalışırdı Vedat ama genellikle tam istediği gibi bir tabir bulamazdı. Zihninin tıpkı Poseidon'un lanetlediği ve bir boğaya âşık olan Pesiphae gibi düşüncelerin histerisine hapsolduğunu nereden bilebilirdi ki? Ya da bu rüyaların Minotaur'u saklamak için oluşan Minos labirentlerinde yanlış yerlere sapmış düşüncelerinin bir yansıması olduğunu...
YOU ARE READING
Vedat Genç Bir Mimarın Hikayesi
General FictionBu hikaye yazarının bile düzenlemek için okuduğunda kendi cümleleri için vay anasını elf kulaklarım neler duyuyor, Nasıl bir hikaye anlatıcısısın nerelere kanca atmışsın, dediği bir hikayedir ona göre... Şaka bir yana gelin bu yana da az okuyun ge...