chapter seven

248 33 28
                                    

"bak roseanne, buradalar." Yeni Zelanda'daki evimizin bahçesinde annemle birlikteydim.

evde akrep görüp onların burada ne işi olduğunu sorduğunda onları beslediğimi söylemiştim. ve buradaydık, bahçedeki akrep yuvasını bulmuştu annem.

bana birkaç şey göstereceğini söyleyerek buraya getirmişti. elindeki ince uzun tütsüyü çakmak yardımıyla yakmış, üzerinde dumanlar çıkana kadar beklemiş ve ardından küçük akrep deliğinin girişine tütsüyü bırakmıştı.

küçücük canlılara neden böyle yapıyordu? ona bir zararı dokunmamışken onları zehirliyordu. ona engel olmaya çalışsam da fayda etmeyeceğinden sadece yanına çökerek olanları izliyordum.

"izle." küçük birkaç akrep, yuvasından zoraki kurtuluşla çıktığında yanındaki taşı almış ve beklemediğim anda kuyruklarına taşla baskı yaparak iğnelerini koparmıştı.

ellerim ağzıma gittiğinde çoktan gözlerimin dolduğunu anlamıştım.

birkaç akrep daha çıktığında onlara da aynısını yapmış ve taşı kenara bırakarak derin bir iç çekmiş ve bana dönmüştü.

"gördün mü roseanne, ne yaptım sence onlara?"

"öldürdün." boğazım düğümlenmişti, bu yaptığı caniceydi.

"hayır, onları öldürmedim. bana zarar vermesini önledim."

"hayır, öldürdün."

"roseanne," çenemin altında biten saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırmış, hafifçe çenemi kaldırarak sol gözümden süzülen yaşı elinin tersiyle silmişti.

"henüz bunu anlamak için çok küçüksün, ama bunu anlamayacak da değilsin."

son kez akrep yuvasına bakıp yeniden bana döndü.

"etrafımızda bunlardan tonlarca var, hatta birkaçı evimize bile girdi. üstelik onları beslemişsin. eğer herkesi böyle beslersen,"

yerden ölü olanlardan bir tanesinin iğnesi almış, havaya kaldırmıştı.

"onlar da bir gün evine gelir ve sokarlar, bu sende kalıcı olmayan bir hasar da bırakabilir, öldürebilir de. sen ne kadar merhametli olursan ol."

elini omzuma koyarak göz kırpmış ve yavaşça yanımdan ayrılırken omzumun üzerinden ona bakmıştım.

"bundan en anlamalıyım?"

o da omzunun üzerinden bana dönmüş ve dudaklarını hafifçe kıvırmıştı.

"ne anlarsan roseanne, sana annenden küçük bir hayat dersi."

on dört gün.

tam on dört gün geçmişti jungkook'a mesaj atmamdan.

mesajıma görüldü bile atmamıştı, onu etrafta da göremiyordum, taehyung'da bahsetmiyordu artık.

insanlar arasında süzülen bir ruh gibiydi.

bense kimseyle iletişim kurmamıştım, onca geçen yıldan sonra onunla bu denli uzun konuşmak beni iyileştirmemişti.

iki haftadır sadece spora gidiyor, aynaya bakıyor ve ne kadar kilo vermişim ona bakıyordum.

günden güne eriyordum, bunun farkındaydım.

yemek yemek içimden bile gelmiyordu, yesem bile onları artık midemde tutamıyordum.

heartless ❧ rosekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin