insanlar genellikle doğum günlerinde oldukça neşeli, biraz heyecanlı ve çokça mutlu olurlardı öyle değil mi? peki ya ben neden bu sözde önemli günde, on tane zenci tarafından sırayla götten yemiş gibi hissediyordum?
yaklaşık yirmi dakika sonra ilk sahne deneyimimi yaşayacağım için miydi, yoksa aşırı heyecandan gelen küçük abdestim yüzünden miydi? belki de ikisininde oldukça etkisi vardı ama asıl önemli olan konu söz geçiremediğim bedenimin haliydi. ne nefes alabiliyor ne de kusacakmışım hissi yüzünden, oturduğum klozet kapağından kalkabiliyordum.
kafama kese kağıdı geçirip çıksam bile bir işe yarayacağını da sanmıyordum. bu o kadar basit bir korku değildi. yüzü gözükmese bile gitarı elinde tutan, parmaklarını notaların üzerinde oynatan kişi ben olduğum sürece korkularımı yenebileceğimi sanmıyordum. en ufak nota kaymasında hatayı yapan kişi ben olacaktım sonuçta ve insanların önünde o kadar yıllık emeği boşa giden kişi de ben olacaktım.
en kötü kısmı ise düşüncelerimden bir türlü kurtulamıyor oluşumdu. her kendimi rahatlatma çabamda, ben daha ne olduğunu bile anlayamadan kötü düşünceler tarafından tekrardan ele geçiriliyordum. bu sonsuzmuş hissi yaratan ve ümitsizliğe kapılmama sebep olan lanet paradoks beni her yeni düşüncemde daha da içine çekiyordu. en kötü kısmıysa, bir yandan bunun farkında olsam bile diğer yanımın elinden hiçbir şey gelmiyordu.
bu kadar basit bir olayda bile bu hale geldiğimi düşünmek ise mahvediyordu beni. bu kadar çabamın boşa gidecek olduğunu bilmek, çabalarımın yersiz olduğunu bilmek tüm umudumu alıp götürmüştü bile. -onca yıldır ne için uğraşıyordum ki, başarısızlık için mi?-
gözlerim stresten salladığım bacağıma kilitlenmiş bir şekilde yok olmayı dilerken, tuvalet kapısının önünde beliren gölgeyle bir kaç saniyelik duraksama yaşamış ve seslere odaklanmıştım. bu hızlı nefes alma sesleri ve ardından da kapıma yavaşça tıklanması.
"Minjeong, burada mısın?" Jimin kesik nefesleri eşliğinde bunu söylerken, beni nasıl bulduğunu sorgulamaya başlamıştım. sessiz olması için özellikle personel tuvaletine girmiştim çünkü. -müneccim misin kızım sen?- "kapıyı aç." birazda olsa nefesleri toparlanmış bir şekilde konuşmuş ve kapıya iyice yaklaşmıştı.
sessizce geçen birkaç saniyenin ardındansa yavaşça ayağa kalkarak hafif titreyen ellerime inat kapıyı aralamıştım. tek kurtuluşumun kendisi olduğunu bildiğim içindi büyük ihtimalle çünkü itiraz etme isteği bile duymadan yapmıştım bunu.
ben klozete tekrardan otururken, o kapıyı sonuna kadar aralayarak içeriye girmişti ve gerçekten onu görmek bile rahatladığımı hissetmeme yetmişti.
üstünde geçen gün bastırdığımız 'aespa' tişörtlerinden olan beden, arkasından kapıyı kapatmış ve önümde dizleri üzerine çökmüştü. elleri hala hafifçe titreyen ellerimle buluştuğundaysa irkildiğimi hissetmiş ve gözlerine bakma gereksenimi duymuştum. "burada kendi kendini yıpratmanın hiçbir şeyi çözmeyeceğini biliyorsun öyle değil mi." biliyordum.. bildiğim için her şey daha kötüydü ya zaten. benden herhangi bir cevap gelmeyince devam etti. "çok mu kötü hissediyorsun, ellerin buz gibi ve yüzün kireç gibi olmuş. istersen çıkmak zorunda değilsin, elektroyu ben çalarım ve bas gitarı kayıtlardan açarız."
baş parmağı ufak hareketlerle elimin üzerinde gezinirken, bu dediğiyle biraz olsun rahatlamıştım. bensiz de bir şekilde idare edebileceklerini söylemesinin tek sebebi endişelenmemi istememesiydi fakat gerçekler böyle değildi. çok hızlı solo kısımlarım vardı ve yıllardır elektro çalmamış biri onları hatasız çalamazdı. bu yüzden, zoraki de olsa hafifçe gülümsemiştim. "gerek yok." çıkmamıza hala yirmi dakikadan fazla süre olduğunu bildiğimden sakince devam ettim. "sadece biraz kafamı toparlamam lazım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
love is a dog from hell • winrina
FanfictionWinter elektro gitarına aşıktı, Karina'ysa onun gitar çalışına. [text - düzyazı - band]