7

288 44 25
                                    

herkes salonda oturmuş Ningning'i bekliyorken bende yaptığım kurabiyelerin kabını kenara koymuş, ezbere bildiğim Jisoo unnie'nin mutfağında çay için su ısıtıyordum.

gerçekten o kadar uzun süredir bu eve, bu insanlara, bu atmosfere maruz kalmıştım ki evimden daha çok evimmiş gibi hissettiriyordu.

benim için huzur bulabildiğim en güzel yerdi aynı zamanda. çünkü istediğim gibi davranabiliyor ve istediğimi yapıyordum. bunun sebebiyse kimsenin beni sorgulamamasıydı büyük ihtimalle. yani diş fırçam bile vardı sonuçta.

genel olarak baktığımızda ise zamanla bu evin bir ferdi oluvermiştim.

-peki, Jimin neden bundan mutlu değildi?- aklımı hep bu soru kurcalıyordu çünkü beni bu evde istemediği oldukça açıktı. her zaman bir şekilde belli ediyordu da. en basiti evde olduğum sürelerde beni görmezden gelmesi ya da bana sürekli göz devirmesi gibi.

artık bende çok umursamıyordum gerçi ama bugünkü konuşmamız kafamı karıştırmıştı. ona atarlandığım için her ne kadar utanmış olsam da aynı zamanda neden bana kendini açıklamaya çalıştığını ve içimi rahatlattığını anlayamamıştım. -cidden amacı neydi?-

beni benden daha iyi tanıdığını bile söylemişti ama ben her geçen gün ondan uzaklaştığımı hissediyordum. evet çocukluk arkadaşıydık birlikte çok fazla vakit geçirmiştik, evet ister istemez onun hakkında çok fazla şey öğrenmiştim ama bundan ibaret değildi. her yıl benden daha da uzaklaşmıştı çünkü.

ilk annesi buraya taşındığında görmüştüm onu. benden bir yaş büyük olduğundan o orta ikiye gidiyordu fakat garip bir şekilde iyi anlaşıyorduk. hatta o babasında yaşamasına rağmen buraya geldiği sürelerde, o birkaç yılda beraber öğrenmiştik gitar çalmayı. yani kısaca o zamanlar herşey çok iyiydi.

fakat Jimin liseye başladığında değişmişti.

hem annesinin evine daha az gelmeye hemde bana daha soğuk davranmaya başlamıştı. başta anlam veremesem de zamanla normalim olmuştu ve bu yüzden bugünkü konuşmamız garip geliyordu.

az önce onunla göz göze bile gelememiştim. çok utanıyordum sanırım.

"hey, hey Minjeong." telaşlı ses kulaklarımı doldururken, dakikalardır düşüncelere dalmış bi' şekilde duvara baktığımı fark edebilmiştim. mutfağa panik halinde giren kişiyse bu dakikalarda düşündüğüm kişiydi. "neye daldın böyle?" bir yandan söylenirken açık unuttuğum suyun altını kapatıyordu. -orospu su normalde olsa on saatte kaynardı-

"pardon."

kısa cevabımla saniyelik bana bakarken ben hala utandığım için gözlerimi kaçırmıştım ondan. neden utandığımı bilmiyordum, onun mutfakta ne işi vardı onu da bilmiyordum gerçi.

"su içmeye gelmiştim, iyi ki gelmişim." bana yan yan bakarken sanki düşüncelerimi okuduğunu hissetmiş ve tüylerim diken diken olmuştu. -hayır bu o kitap değil-

o sıcak suyu tezgaha bırakırken bende bir yandan çay paketlerini çıkartmaya atılmıştım. fakat ikimizde bunları yapınca birkaç saniye sonra mutfağı ölüm sessizliği kaplamıştı.

o sakince suyunu içtiği için suskundu fakat ben hala geriliyordum. gözleri üstümdeydi, suyu küçük yudumlarla yavaşça içiyordu ve sakince tezgaha yaslanmış durmaya devam ediyordu. bense izleniyor olmanın verdiği rahatsızlıkla yerdeki mermerleri ezberlemekle meşguldüm. ve böyle bir durumda gerilmem normaldi bence.

yine de, herşeye rağmen -üzerimdeki bir çift göz- derin bir nefes almış ve Jimin kişisiyle minimum temasla çaydanlığa doğru yönelmiştim.

neyse ki Jimin mutfağın diğer ucundaydı ve ben içlerinde çay poşeti olan bardaklara suyu koyarken o kadar da gergin hissetmiyordum. yani her an herşey olabilirdi gerçekten ve bu herşey kavramı o kadar genişti ki, suyu koymaya devam ettiğim sırada, yani tüm konsantrasyonumu verdiğim bu şeyi yaptığım sırada, Jimin'in "Minjeong-" demesiyle beynim arıza vermiş ve sıcak suyun bir kısmı elime dökülmüştü.

gerçekten bu olay çok hızlı olmuştu ve vücudum yeterince tepki gösterememişti bile. "siktir." parmağımda acıyı hissediyordum fakat bununla orantılı olarak beynim durmuştu.

Jimin'se benim bu mallığıma karşıt, olaya çok hızlı tepki göstermiş ve elindeki bardağı atarcasına kenara koyarak, bileğimden tutmuş ve elimi hızlıca lavaboya sokmuştu. "salak, sadece adını söyledim neden bu kadar korktun?" bir yandan da söylenmeye devam ediyordu. ama bir bilseydi hala ne kadar gergin olduğumu.

kısa bir süre elimi suya tuttuktan sonraysa yavaşça çekmiş ve yanan yeri incelemeye başlamıştı. "burası mı yandı?" hafifçe kafa kafa salladığımdaysa biraz daha incelemiş ve etrafa bakınmaya başlamıştı.

"gerçekten o kadar kötü değil." ben onun içini rahatlatmak ve bir an önce beni bırakması için uğraşırken o beni hiç takmamış ve ellerini iki yanıma yerleştirerek birden beni kaldırmış ve tezgaha oturtmuştu.

uzaklaşırken kısaca bana bakmıştı. "bekle, geliyorum."

bana bugün fazla iyi davranıyordu sanki. ya da acımış ve içgüdüsel olarak hareket etmişti.

yani Jimin'i tanıyordum. bu tarz bi' durumda benimle ilgilenmesi normaldi sonuçta şevkatli biriydi. yani eskiden öyleydi. hala öyle miydi? yani bana yardım ettiğine göre herhalde hala içinde insanlık kırıntıları vardı. pislik Jimin.

hayır bipolar değilim. sadece Jimin kişisini sevmediğimi hatırladım bir anda. ayrıca onun bu iyi davranan hallerine aldanmamalıydım. kesin kurabiyeleri yedikten sonra tekrar beni görmezden gelecekti. aynen. tek amacı benim mükemmel kurabiyelerimi yemekti. başka bir şeye kafamı yormama gerek yoktu.

düşüncelerimden kopmaya çalışırken gözüm ister istemez hafif kızarmış ve yanmaya devam eden parmaklarıma kaymıştı. cidden pek bir şey olmamıştı sadece azıcık sızlıyordu. 

Jimin'se aceleyle mutfağa geri gelmiş ve önümde durarak getirdiği kremi nazikçe parmağıma sürmeye başlamıştı. ses çıkartmadan yapmasına izin vermeliydim sanırım. yani, yaptığı şey işime geliyordu. her ne kadar dibime girmiş ya da dibime girmiş veya dibime girmiş olsa da. -çalış köle-

sakince kremi sürmeyi bitirdiğindeyse hafifçe kafasını kaldırmıştı. evet. yüz yüze gelmiştik. hayır. yüzüm kızarmadı. "sen yerinde dur ben çayları koyarım." kısaca bunu diyerek uzaklaştığındaysa farkında olmadan tuttuğum nefesi verebilmiştim.

ne için heyecanlandığımı bile bilmiyordum aslında. gerçi bir insan bu kadar dibine girse herkes heyecanlanırdı. normal olmalıydı.

gözüm istemsizce tekrar Jimin'e kaydığında da kurabiyelerden birini ağzına götürdüğünü görmüştüm. her dediğim doğru çıkıyordu gerçekten. herşey kurabiyeler içinmiş.

ve ilk lokmayı yuttuktan sonra büyümüş gözlerle bana dönerek yemeye devam etmişti. "güzel olmuş mu?" anında kafa sallerken bir kurabiye de bana uzatmıştı. fakat reddetmiştim. "tatlı sevmiyorum."

"ama bunu yemelisin. cidden çok güzel yapmışsın." yani kendim yapmıştım sonuçta, biliyordum güzel olduğunu. ama tatlı sevmiyordum.

"çok güzelse benim yerime de sen ye."

"senin kaybın." omuz silkerken yemeye devam etmişti.

benim kurabiyelerimle bana artistlenmesiyle göz devirirken bir yandan beğenmesi de hoşuma gitmişti sanırım. bugünkü konuşmamızdan sonra kazanmış gibi hissetmiştim. sonuçta kendisini en kötüye hazırlamıştı ama ben en güzelini yapmıştım.

"ama çayları yapmayı unutma."

kafa sallarken son parçayı da ağzına atmış ve dediğimi yapmaya başlamıştı.














-------------------------------------------------

tüh bu karina zihin okuyamıyo 😓

tatilin mükemmelliği şaka mı bu arada ama anında uyku düzenim bozuldu yarın 4te falan uyancam kesin

love is a dog from hell • winrinaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin