İyi okumalar.
Elliot sonunda merakı yüzünden cesaretini toplayıp, halk arasında hala daha efsanesi dilden dile dolanan bu saraya gitmek kararı almıştı. Orada onu ne beklediğini bilmemesine rağmen yanına yardımcı olacak hiçbir şey almamıştı.
En fazla ne ola bilirdi ki?
Sarayın lanetli olduğunu düşünmüyordu. Zaten oraya ondan önce tonlarca kişi gittiğini, hatta bir ara burasının turistlere açık bir yer olduğunu biliyordu. Şuana kadar kimse ölmemişse tehlike yoktur diye düşünüyordu.
Uzun zamandır kimse gitmediğinden saraya giden patika yabani otlarla çevrelenmişti.
Türlü türlü canlıların seslerinden korkmuşa benzeyen bu genç kendi kendine konuşmaya başladı.
"Vay be, anlaşılan buraya uzun bir süre kimse gelmemiş, otlara baksana anasını satayım nerdeyse diz boyu."
Gideceği yer hakkında o kadar da bilgisiz değildi Elliot. Daha önce burası hakkında yazılan tüm kitap ve makaleleri okumuştu.
Pek işine yaramış mıydı orası muamma. Ama en azından denemişti. Önemli olan da bu değil mi?
Tahmini 10-15 dakika süren bir yürüyüşten sonra sarayın kocaman, paslanmış demir kapılarının önüne varmıştı.
Planı basitti aslında.
Oraya, saraya girecek. Prensin odasını bulacak ve önemli bir şeyler bulmasa bile en azından içini rahatlatacaktı.
Onu asıl meraklandıran şey, prensin intihar sebebinin bu kadar sıkı gizlenmesiydi.
Düşüncelerine ara verip son bir kez derin nefes aldı.
"Hadi bakalım. Ya şimdi, ya hiç."
Elinden geldiğince tüm gücünü kullanıp bu kapıyı açmaya çalıştı.
Terk edildikten sonra kullanılmış olsa bile oldukça paslıydı bu kapı.En sonunda, uzun uğraşlar sonucu kapı hareket etti ve ormanda tüyler ürperten bir ses yaydı.
Kapılar sanki kafesmiş gibi sarayın bu zarif ve mistik görünümünü hapsediyordu.
Terk edilmiş olmasına rağmen sarayın hala zarif bir şekilde duruşu insanı hayret ettiriyordu
Elliot düşünmeden içeriye bir adım attı.
Her şey çok normal geldi ilk başta. Rahatça bir nefes verecekti ki...
Aniden etrafta fırtına koparmışcasına rüzgar esmeye başladı. Gök o kadar çok gürlüyordu ki, Elliot biraz daha bunu duyarsa sağır olacağını düşündü. Deprem olurmuş gibi etraf çalkalanmaya başladı.
Elliot tam her şeyin bittiğini düşünüyordu ki, aniden her şey kesti. Hava aydınlandı, doğa sanki yeniden doğmuştu.
Elliot gözlerini açtığında güneşin kavurucu ışınları onun kehribar gözlerini daha da güzelleştirdi.
Fakat bir sorun vardı.
Eğilip sanki bir yaratık görürmüş gibi ona bakan bu iki şövalye kılıklı herif kimdi?
Neden böyle giyiniyorlardı?
Ve en önemlisi neden böyle bakıyorlardı?Şövalyelerden biri o uyanır uyanmaz, eski ama anlaşılan bir tarzda sordu.
"Sen de kimsin ve burda ne arıyorsun?"
Ah, keşke bunu Elliot da bilseydi. Neden böyle olduğunu ve ya nasıl böyle olduğunu.
Fakat gerçeklerle yüzleşmeye başlamıştı anlaşılan.
Ayağa kalktı ve etrafına baktı.Yine aynı yerdeydi, aynı saray, aynı kapı, aynı heykeller. Ama hayır. Bu kesinlikle aynı değildi.
Sanki doğayla birlikte bu saray da yeniden doğmuştu.
İşte o an Elliot geçmişe gittiğini anladı.
Fakat onlara bunu söyleyemezdi.
Söylese bile nasıl inanırlardı ki?
Daha kendisi bile buna inanamıyorken.Az önce soru soran şövalye yine söyledi. Lakin daha sinirli bir tonda.
"Söylesene aptal herif! Ne cüretle yüce kralın sarayının bahçesine izinsiz girersin?!"
Bölüm sonu.
Düşüncelerinizi ve yorumlarınızı bildirirseniz sevinirim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Palazzo del Mistero (Yapım Aşamasında)
Teen FictionTrajik bir efsaneye sahip gizemli bir saray ve buranın sırlarını çözmeye çalışan 19 yaşındaki Elliot. !!!UYARI!!! Kendine zarar verme ve intihar barındırır