( Cumartesi, Beşinci Gün... )
Sabah Çağan ile Serdar erkenden kalkmış, Mutfağa girmişler. Tuna kalkmış, elini yüzünü yıkamış, kadife siyah bir pantolon, V yaka ve yakası siyah geri kalanı gri bir kazak giymiş, içine de gri bir t-shirt giymiş, kalın siyah çorapları ile kıyafetini tamamlamış. Boş durmamak için, şöminenin küllerini temizlemiş, odunu doldurmuş içerisini iyice ısıtmıştı. Rüzgar ile ben aynı anda odalarımızdan çıktığımızda neredeyse tüm işler tamamlanmış, ortalık tertipli, düzenli ve kahvaltı hazırlıklarına bile başlanmıştı. Serdar Mutfak ile masa arasında gidip geliyor, kahvaltı malzemelerini taşıyordu. Tuna'yla hiç konuşmuyor, uzak duruyordu.
Sabahları; Çağan ile Serdar neşeli ve enerjik oluyorlardı, Rüzgar kahvaltı edene kadar ruh gibiydi. Sabahları geç ayılanlardandı. Ben yorgunluğuma bağlı olarak genelde sabahları dinç uyanırdım. Tuna ise yatarken de sabahta aynı moddaydı, yüzü hep uzun ve gözleri de hep hüzünlüydü. Recai Amcanın da yüzü uzundu aslında. Yani Yağızın da yüzü uzundu, demek aileden gelen genler böyleydi ama hüzün yüzlerinde değil, gözlerindeydi.
Serdar, Çağan'a buraya çıkabilmek için yaşadıklarını anlatıyordu, daha doğrusu Çağan, Serdara maceralarını anlattırıyordu. Çağan yüksek sesle konuşuyordu, hepimiz sabah mahmuru onları dinliyorduk.
- Serdar sen şimdi, buraya o kadar yakınken, geceyi ağaç kovuğunda mı geçirdin? Yol Bakımcılarla, iş makineleri gelmese ne yapacaktın ormanın ortasında?
- Evet ne var bunda? E geldiler ya işte kalan yolu da onlarla beraber açtık!
- Oğlum bu senin işin mi? Adamlar demedi mi bu çocuğun dağlarda ne işi var tek başına?
- Buraya geleceğimi söyledim hiç bir şey sormadılar. İyi bile davrandılar, su falan verdiler, kahve ikram ettiler.
- Allah Allaaaahhhh!!! Sende ki de iyi cesaretmiş Serdar, ben bu kadar rahat olamazdım herhalde... Çağan inanamıyordu duyduklarına.
Rüzgar saçı başı dağınık, büyük koltukta oturuyordu. Sabahları doğal halindeydi, uykudan sıyrılamıyordu. Ben tek tek akşam kullandığımız ışıldakları kontrol etmeye başladım. Ne kadar şarjlarının kaldığını gösteren dijital ekranlarına bakıyordum. Çok azalan varsa şarja takmak lazımdı ama bizim barakada geceden beri elektrik olmadığından Büyük Eve götürmek gerekebilirdi. Akşam bütün gece yanan ışıldaklar, ki bunlar, yemek masamızın üzerinde ki ve banyolarda yananlar, sadece yüzde on batarya harcamışlardı. Bu da iyiye işaretti. Hiç bir tanesinin şarja ihtiyacı olmayacaktı.
Sonra usulca fark ettirmeden iç kapıdan palto bot odasına geçtim, botlarımı giydim, paltomu giydim, dış kapıdan çıktım. Dışarıda güneş acımasızca parlıyordu. Geçtiğimiz üç günde yağan kardan fazlası neredeyse bir gecede yağmıştı. Yollar kapandığından karda yürümek zor olacaktı. Evin sağ tarafında az açıkta iki tane siyahlar giyinmiş adam, evin etrafında ki ağaç hattının tam sınırında devrilmiş bir ağacın etrafında dolanıyor, motorlu testereyle devrilen ağacı ufak parçalara bölüyorlardı.
Onların yanına gittim, çünkü bir tanesini uzaktan tanımıştım. Diğeri ise bere giyiyordu, ikisi de güneş gözlüğü takıyorlardı. Kıyafetleri inceydi ve tamamen siyahtı. Böyle askeri üniforma gibi ama siyah renk, yandan cepli pantolonlar ve çok cepli yelekler, içlerinde parlak siyah balıkçı yaka ince kazaklar falan. Yanlarına vardığımda ikisi de gülümsediler, karşılıklı günaydınlardan sonra, Yiğit'in adamı konuşmaya başladı.
- Ağaç kablonun üzerine devrilmiş, kabloyu da yukarıda ki elektrik dolabı girişinden kopartmış. Ben akşam sizden haber alınca, sizin eve gelen hattın sigortasını zaten kapatmıştım. Ağacı kaldırıp kabloyu onarmayı deneyeceğiz... Bu arada araç yolumuz yine kapandı. Aşağıyla araç bağlantımız yine yok, kesildi. Aşağıdan başlamışlardır yolu açma çalışmalarına ama bizim yol öncelikli bir yol değil malum, hatta başlamamış ta olabilirler. Öncelik daha kalabalık yollarındır malum... dedi.
Genç olan;
- Siz ne yaptınız Yağmur? Akşam nasıl geçti?
- Biz gayet rahatız. Depomuzda bir sürü LED Işıldak var onları çıkarttık her yere koyduk, karanlık ile ilgili bir sıkıntımız olmadı. Bir tek telsizler şarj olmadı. Onun dışında da zaten biz akşam yemeğinden sonra ışıkları kapatıp şöminenin ışığında oturuyorduk. O nedenle zaten akşamları bize ışık pek lazım olmuyor. Bir tek tuvalet ve banyoların olduğu yerde ışık lazım oluyor oralara da zaten ışıldakları koyduk, özetle bir sıkıntı olmadı.
- Siz epey alışmışsınız burada ki hayata, bravo, tebrikler. dedi. Sonra da sözüne devam etti.
- Öğlenden önce hallederiz sanırım bu elektrik işini biz.
Yiğit'in Adamına doğru seslendim,
- Bu, dün size bahsettiğim konuya bakabildiniz mi? Bugün belki yine o tarafa yürürüz, hava koşullarından barakadan çıkamadık ya biraz güneşe çıksak iyi olur... dedim.
- Daha dün akşam söyledin bana, gece de misafirler falan geldi, ayrılamadım buralardan ama şimdi iki kişi olduk, Ahmet de geldi, şu onarımı halledelim, elektriği verelim, sonra o konuyu da hallederiz. Aklımda yani, sadece gece gece gidip risk almayı tercih etmedim.
- Tamam o zaman ben sizden haber beklerim. Kolay gelsin size, yardım edebileceğimiz bir şey varsa söylemeniz yeter. Haa bu arada bugün son gün ve gecemiz... Yarın geri dönüş için bir sorun çıkar mı?
İkisi de baş parmaklarını kaldırdılar... Ben de geri barakaya döndüm.
Üstümü, başımı çıkartıp içeri girdiğimde herkes masaya oturmuş, kahvaltıya başlamıştı. Rüzgar biraz daha açılmıştı.
Geçtim yerime oturdum, bugün kahvaltıda normal kahvaltılıklardan başka bir de krep vardı. Serdar çaylarımızı da servis etti, Rüzgar, hemen sordu.
- Eeee Yiğit bugün program ne?
- Eh aramıza yeni arkadaşlarımız katıldığına göre onlara da bizim gizli gölü gösterelim diyorum. Ne dersiniz? Gerçi Yağmur'un anlattıklarından sonra çekincelerim de yok değil ama bizim elemanlara söyleriz, onlar öyle bir sorun halen varsa çözerler gibime geliyor.
Ben ağzım doluyken konuşmaya başladım.
- Şimdi dışardaydım ben Yiğit! Senin Müdür ile Ahmet, barakamızın elektrik telinin üzerine devrilen ağacı motorlu testere ile ufak parçalara bölüp kaldırmaya uğraşıyorlar, sonra da teli onarıp, barakaya elektriği verecekler. Ondan sonra da bizim küçük sorunumuzu halletmeye gidecekler. Halletmeye demeyelim de kontrol etmeye diyelim... Sonra da bize haber verecekler, biz de buradan yola düşeriz. Bu arada dışarıda güneş kendinden nefret ettirircesine parlıyor. Güneş ışığı, beyaz karlardan da yansıdığı için ortalık çok fazla aydınlık. Güneş Gözlüklerini unutmamak lazım. Hava da çok soğuk değil gibi duruyor ama aldanmayın. Güneş gören yerler sıcakken gölgeler ve esen rüzgar değdiği yeri parçalıyor gibi üşütüyor. Kar da çok yağmış dün gece, yani geldiğimizden beri usul usul yağan karın toplamından daha fazlası sanki sadece dün gece yağmış. Diz üstü kar var dışarıda, yürüyüş zorlu olacak. Haaa! Bu arada bugün burada son günümüz, yarın geri dönüyoruz. Malum Pazartesi de Okul var. O nedenle herkes yavaştan toparlanmaya başlasın, ödünç aldıklarımızı da dönüşte unutmadan depoya geri yerleştirelim. Şimdilik aklımdakiler bu kadar... dedim ve sustum. Herkes hüzünlenmişti. Rüzgar bana alıngan baktı,
- E şimdi ne gerek vardı Pazartesi Okul var malum demeye yani bunu neden hatırlatıyorsun ki? Bütün keyfim kaçtı bak şu an... dedi omuzları düştü. Ben pis pis sırıtırken Yiğit ortamımızı toparlamaya çalışarak konuşmaya başladı.
- Evet, Yağmur 'dan durum raporunu da aldığımıza göre bizleri neyin beklediğini artık daha iyi biliyoruz. Ona göre hazırlanalım, Ha bir de Çağan! Böyle piknik gibi bir hazırlık yapabilir miyiz?
Çağan şaşırmıştı.
- Nasıl bir piknik? Yani böyle sere-serpe serilip yemeli ve kapsamlı bir şey mi? Yoksa atıştırmalık bir şeyler mi?
- Çok yük olmayacak ama keyif yapılabilecek bir şeyler işte.
- Nerede yapacağız bunu? Gölün orada malum eğer suya girmediysek üşürüz, gölden çıktık mı zaten ıslak ve üşümüş olacağız. Mağaralarda desen, balkon hariç öyle oturup keyif yapılacak bir yer zaten yok ve toz toprak her yer. Balkonda yaparız diyorsanız o zaman hallederiz, o iş bende... dedi Çağan ve konuşmaya devam etti,
- Bu sefer, tahminim yanınızda mayonuz yoktur ama yanınıza yedek iç çamaşırı alın, yada şortunuz falan varsa onu alın, çantanıza koyun. Çamaşırsız yada Islak Çamaşır ile dönüş yolu eziyet haline geliyor... Serdar hemen atladı.
- Göle girilir mi bu havada her yer kar! Soğuk! Zatürre olmayalım!
Rüzgar eğlenmiş gibi döndü Serdar'a baktı.
- Göle girmek mecbur. Girmeyenleri kucaklayıp ben atacağım gölün ortasına! Sen de ne meraklı çıktın be bu zatürre olayına be Serdar?! Oğlum çağırıp durmasana illa zatüre de zatüre...
Serdar: "Rüzgar, donarız! Zatürre olmayalım bir de!" dedi. Dalga mı geçiyor, ciddi mi anlayamıyorum ama Rüzgar'ı kızdırmak için yaptığı kesin.
Çağan daha fazla dayanamadı,
- Göl sıcak su kaynağı Serdar. Su sıcacık. İçine girince kemiklerine kadar ısınıveriyorsun merak etme sen. Biz seni buz gibi havada buz gibi suya neden sokalım ki?
Serdar kaşlarını kaldırdı, pek ikna olmamış gibiydi.
- Tuna senin hiç sesin çıkmıyor! dedim ona bakıp onu dürterek. Usul usul kahvaltısını ediyordu.
- Anlatılanları anladım Yağmur, Eh Serdar da zaten sorulması gereken her şeyi sordu, ona verdiğiniz cevaplar da gayet netti, onları da anladım, değişik bir faaliyet olacak galiba?
- Evet çok değişik olacak! dedi Rüzgar pis pis sırıtarak.
Çağan:
- Haydi o zaman kalkın da hazırlanalım. Bu hava koşullarında akşama kalmak istemiyorum. Her akşamüzeri hava bozuyor. Tipi, Fırtına, Boran, yollarda donuyoruz."
Serdar'ın yardımı ile Çağan çabucak masayı toparladı. Tuna da kendi kahvaltısını toparlayıp onlara yardım etti.
Geri kalanlarımız da Ortak Salonu derleyip toparladıktan sonra Rüzgar şömineye odunları yığdı yine, daha sonra tüm işler bitince de herkes odasına hazırlanmaya çekildi.
Bize dağıtılan kurşun asker üniformalarımızı giydik, tek tip sırt çantalarımıza yedek çamaşır koyduk, sonra yine ortak salona çıktık.
Tuna, hiç bir şey sormadı ama kıyafetleri biraz bol gelmişti. Rüzgar, Yiğitten öğrendiği gibi ince kayışları çekiştirerek Tunanın kıyafetlerini üzerine göre ayarladı. Tek tip paltolarımızı da içeride giydik, sırt çantalarımızı da sırtımıza takıp, batonlarımızı da kayışlarından bileğimize takıp, kar botlarını giymeğe palto/bot odasına geçtik. Kar botları da giyildikten sonra hep beraber dış kapıdan sohbet ederek dışarı çıktık.
Dışarıdan gelen elektrikli motor sesleri kesilmişti, devrilen ağaç kısa kısa kesilmiş, bizim Barakanın sağ tarafında ki odunluğa taşınmıştı, Dallar ayrı bir yere istiflenmişti. Dün akşam üzerine ağaç devrilince kopan ve yerde duran kalın siyah kablo, yukarı bizim barakanın çatısına ip ile çekilmişti, Barakanın üstüne Yiğit'in adamı çıkmış, büyük kırmızı bir alet ile elektrik kutusunun içerisinde bir şeyleri sıkıyordu. Kutunun kapağını kapattı. Kendi telsizinden Ahmet Bey'e "tamam burası" dedi. Damdan inerken Adam, tekrar "burası tamam sigortayı açabilirsin" dedi. Bizim Barakanın veranda lambaları yandı. Böylece bu iş de hallolmuştu. Serdar hemen barakaya koştu yanık kalan lambaları kapattı ve geri geldiğinde de adam damdan inmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FIRTINA, Sezon VII
Teen FictionFırtına Seni Çağırınca, Sezon VII Kapıyı açar açmaz kar ve buz arasından Rüzgar eve girdi ve hemen arkasından da kapıyı sıkı sıkı kapattı, sırtında da bir kamp sırtçantası vardı. Çantayı ağır hareketler ile kapının yanına attı, kalın botlarını çıkar...