Bölüm 11

1 4 0
                                    

( Misafir... )

Ben kapıdan içeri girdim, Rüzgar girmek istemedi, beni bırakıp geri barakamıza geri döndü. Ben üzerimdekileri çıkarttım, orada ki ev ayakkabılarından giydim, kapıdan girdim mutfağa doğru yöneldim, mutfağın yanında ki merdivenlerden aşağıya indim, solda ki ilk kapıyı tıklattım, kapıyı açtılar, Telsizin başındaydı herkes.
- Hah! Yağmur! Bu ekibin Lideri siz misiniz? dedi Güvenlik Müdürü.
Ben hiç beklemediğimden ani bir kahkaha attım.
- Neymişim ney? Yok ben bir şey değilim. Kurşun Askerlerin Lideri Yiğit! dedim.
Adam da gülüyordu, Yiğit'e baktı. Yiğit hemen savunmaya geçti.
- Ya buraya gelirken Yağmur'un evinde öyle attılar ortaya ama ev sahibi olduğum için, yoksa öyle ast üst yok bizim aramızda... dedi.
Yiğit bana döndü,
- Serdar'ın Ananesini aradılar, Ananesi ile konuştu, burada olduğunu falan söyledi, merak etmesin diye, her şey yolundaymış. Yalnız, Recai Amca 'nın senden bir ricası varmış, haber bırakmış, seni arayacak biraz sonra. Ondan çağırdık seni. Haber bırakırken de Ekibin Lideri Yağmur diye bırakmış, ondan sataştı sana Güvenlik Müdürü!!! dedi altını çize çize Yiğit.
Adam yerinden kalktı,
- Sizin işiniz bitti gençler, siz isterseniz yukarıda takılın, Yağmuru bekleyin yada isterseniz Barakanıza geri dönün... dedi.
Yiğit soran gözlerle adama baktı!
- Yiğit Bey, aşağıdan gelen talimat böyle, Recai Bey yalnız görüşecekmiş Yağmur ile... dedi.
Neyse herkes çıktı, odadan, Biz adam ile kaldık odada.
Yiğit çıkarken,
- Yağmur yukarıda salonda seni bekliyoruz... dedi, sonra kapıyı kapattı.
Telsizin mikrofonunu elimle kapattım,
- Bu konuşmayı aşağısı da duyacak mı? dedim.
Adam hemen cevap verdi.
- Elbette duyacak. Telsiz ile telefon bağlantıda olduğu için Şehirde ki evin İletişim Görevlisi de konuşmaları duyar ve yanında birileri varsa onlar da duyar, ayrıca tüm görüşmeler kayıt da edilir. Daimi İletişim Kaydına dedi.
- Hımmmm acaba konu ne ki? dedim.
Recai Amcayı hep biz aradık, başımız belaya girince de o bizi buldu ama hiç o beni aramamıştı. Meraktan ne yapacağımı bilemiyordum. İçeride bir ileri bir geri yürümeye başladım. Adam dayanamadı herhalde.
- Çok sağlam bir kar fırtınası geliyor. Bilgin olsun "Lider" dedi. Adam sırıtıyordu.
- Yiğit'in Ailesi gelmekten vaz mı geçti? dedim.
Adam beklemediği soru karşısında şaşırdı.
- E böyle olunca artık gelmelerinin bir manası da kalmadı. Yani bu saatten sonra gelseler bile herkes yerine yerleşene kadar, sizin tatiliniz bitecek.
- Yol kapanır mı bu gece? dedim.
- Haberlere göre Yüzyılın Fırtınası diyorlar ama şanslısınız. Günlerce yetecek yiyeceğiniz var. Eh yetenekli bir aşçınız da var, e anladığım kadarıyla canınızın sıkılma ihtimali de yok, buraya kadar gayet iyi idare ettiniz. En sağlam taş barakaya da yerleştiniz. Bu ev çok büyük! Burada kalsaydınız çok daha fazla sıkılırdınız. Orayı seçmekle iyi ettin sen... dedi.
- E bu Serdara ne diyorsun? Buraya ulaşabilmek için neler yaşamış çocuk? dedim.
Adam çok ender gülümsüyordu.
- Serdarın anlattığına göre size ulaşabilmek için büyük kahramanlık göstermiş. Sizin bunu anlamanızı bekleyemeyiz ama o çocuk size epey değer veriyor, umarım sizler de onun kıymetini bilirsiniz. Keşke onun gibi üç beş tane adamım olsaydı... dedi. Gülümsemesi silindi yüzünden. Telsizden anons geliyordu hemen yanıt verdi.
Recai Amcanın sesini duydum. Adam dabyerinden kalkıp odadan dışarı çıktı.
- Recai Amca duyuyorum sizi, benimle görüşmek istemişsiniz.
- Selam Yağmur. Evet, Evet, ben rica ettim, görüşmemiz önemli ve kısa olacak, çünkü zor ulaşıyorum sana...
- Buyurun Recai Amca dinliyorum sizi.
- Yağmur, oraya bir araba geliyor...
- Yollar kapanabilirmiş Recai Amca!
- Yağmur, beni bir dinlerseniz, ben diyeceklerimi diyeyim, arada hat kesilirse yarım kalmasın.
- Dinliyorum Recai Amca, buyrun.
- Oraya bir araba geliyor. İçinde de Yağız'ın kuzeni var. Yağız'ın kuzeni artık burada benimle yaşayacak. Uzun bir hikayesi var, detayını görüştüğümüzde teferruatlı anlatırım sana. Senden ricam şimdilik ona göz kulak olman, onu getiren kişi de benim çalışanım. O da orada Güvenlikte kalacak. Ona da ne gerekiyorsa söyleyebilirsin, onun da konudan bilgisi var, senin her dediğini yapacak. Sizce bunun bir sıkıntısı olur mu?
- Recai Amca, siz rica ettikten sonra ne sıkıntımız olacak? Elimden geleni, fazlasıyla yaparım. Tatilimiz boyunca da rahat ettiririm.
- Yok Yağmur yanlış anladın. Rahat ettirmeni istemiyorum, göz kulak olmanı istiyorum. Onu görünce, tanıyınca sen de zaten benim ne demek istediğimi anlayacaksın.
- Tamam sorun yok Recai Amca bende o iş. Sizin içiniz rahat olsun.
- Sen iyi bir çocuksun Yağmur. Çok teşekkür ederiz. Eşim ile ben yani.
- Ne demek Recai Amca her zaman! Annemize de selamlar.
- Sağol Sağol. Görüşmek üzere... dedi cızırtılı iletişimimiz sona erdi.

Kafamda deli sorular! Gelen çocuğun aklıma gelipte adını bile soramadım. Getiren kişi neden benim her dediğimi yapacak ki? Çocuğun dediklerini yapması gerekmez mi?
Kapıyı açtım, Merdivenlerden elinde dumanı tüten kahvesi ile aşağıya inen Güvenlik Müdürü içeri odaya girdi, arkasından hemen kapıyı kapattım. Hemen konuştuklarımızı anlattım.
- Oooooo daha fazlası geliyor desene? dedi adam yine güldürmüştük adamı.
- Bir de güvenliği varmış, o da ben ne dersem onu yapacakmış. Bu ne demek sizin dünyanızda? diye saf saf sordum. Sert bakışlı adam yine gülümsedi bana...
- Çocuk baş belası demek!
- Nasıl yani?
- E sen akıllı çocuksun Yağmur, düşünsene... Recai Bey seni bizzat arayıp bu çocuğu direk sana emanet ediyor. Onu getiren adamı da senin emrine veriyor. Üstelik de sizin tanımadığınız bir çocuk bu. Benim fikrimi sordun ben bela kokusu alıyorum... dedi, kahvesinden büyükçe bir yudum alıp sandalyesinin arkasına iyice dayandı.
Beni aldı bir düşünce. Adam tekrar konuşmaya başladı.
- Çocuk Recai Beylerle mi yaşayacak mış artık?
- Aynen! Bu ne demek? Yani sizin dünyanızda?
- Çocuk kimin Yeğeni dedin sen?
- Recai Beyin oğlu Yağız... Sarıkafa Yağızın Kuzeni, yeğeni değil... dedim adını anınca başım önüme düştü yine. Hatıralar canlandı.
- O zaman çocuğun Annesi ve Babası yada akrabaları olan artık hangisi ise yani Anne yada Baba öldü yada kaza geçirdi, Çocuğa bakmak da Recai Beylere kaldı. Yani çocuk ailesini kaybetmiş, sorunlu biri de olabilir yada yalnız yaşadığı Annesi mesela trafik kazası geçirdi, hastanede bakımda, çocuk da en yakın akrabaya gönderildi. Olasıklar bunlar gibi, ilk aklıma gelen yani.
- Çocuk bela!!! dedi yine bana eziyet etmekten zevk alır gibi.
- Sağol ya! Sohbetimiz de pek aydınlatıcı geçti. Şurada iki yada üç gün zamanımız kaldı, bu kadar kısa zamanda ne bela yapabilir ki? Çok canımı sıkarsa, ben baş edemezsem Rüzgara tepeletirim, ben tek başıma değilim ki adamlarım var... dedim. Adama göz kırptım. Az önce keşke Serdar gibi üç beş adamım olsa demişti, ona gönderme yaptım. Adamın hoşuna gitti. Yine gülümsedi.
- Yağmur, dikkat et bak arkadaş oluyoruz senle, bana sataşmaya da başladın sen... dedi.
- Bu tesiste, silah var mı? dedim...
Birden adam sandalyesinde doğruldu ve ciddileşti.
- Neden ki lazım mı?
- Geçen yürüyüşte mağaranın ağzında dağ aslanı gördüm yada vaşak. Başımıza iş açmasın?
- Nerede, ne zaman, nasıl? Adam iyice ciddileşmişti.
Sonra gözü Kameraların toplu ekranına kaydı.
- Yağmur, misafirimiz geldi. Ben gideyim karşılayayım, buraya mı alayım, barakanıza mı göndereyim? Ama bu senin bahsettiğin konuyu da muhakkak konuşalım,  bak bu ciddi bir sorun olabilir... dedi.
- Siz bunu bence Yiğit'e sormalısınız, yani benim için çalışmıyorsunuz sonuçta... dedim.
Bana ters ters baktı, sonra yine belli etmeden gülümseyerek kapıdan çıktı. O gittikten sonra ben de peşinden yukarı çıktım. Bizimkiler Büyük Salonda Evin iç kapısının önünde ayakta beni bekliyorlardı.
- Yiğit, buraya mı getirecekler misafiri? dedim.
Yiğit gelişmelerden şaşkındı.
- Ne misafiri Yağmur! Kim geliyor? Buraya getirilmesini söyledim. Bir anlayalım da ona göre bakarız. Yetişkin birisiyse burada büyük evde misafir odalarının birinde kalsın diye düşündüm. Konu ne anlatır mısın?
- Recai Amca ile görüştük. Bu gelen çocuk, bizim yaşlarımızda. Onu görünce, tanıyınca anlayacak mışız. Göz kulak olmamızı rica etti. Adam ilk defa bizden bir şey istedi. Ne gerekiyorsa yapacağım artık... dedim. Serdar hemen lafa girdi.
- Recai Amca için ben de ne lazımsa yaparım, rahat ettiririz elemanı! dedi. Çağan da başını sallıyordu. Biz böyle durum değerlendirmesi yaparken Yiğit hepimizi çekiştirdi, beraber evin önüne çıktık. Büyük Bahçe Kapısının olduğu taraftan, akşamüzerinin ağır bulutlar arasında kalmış koyu loş karanlığında bir arabanın sis farları ormanı aydınlata aydınlata ve ağır ağır geliyordu. Yiğit ortaya konuştu yine...
- Burada bekleyelim de üstünü başını çantasını dökündükten sonra tekrar toparlayıp bizim barakaya götürmek durumunda kalmayalım. Serdar yine hemen cevap verdi.
- İyi düşündün Yiğit, akıllıca!!! dedi... Ben Serdara baktım gülümsüyordum.
- Serdar iyi ki geldin, burada olman dosta güven, düşmana korku salıyor... dedim.
Herkes gülmeye başladı. Serdar ise şaşkın bakıyordu.

Sonunda araba yanaştı, ön koltuktan Yiğit'in Güvenlik Müdürü indi. Bize baktı, bana hafifçe başını salladı. Bu yandın sen demek anlamında ki baş sallamasıydı. Adam benle oynamaya doyamıyordu. Ama ben de ona dağ aslanını vermiştim, onun da düşünmesi gereken şeyleri vardı aklında, hatta başı dertteydi.
Arabanın şoförü indi, yanımıza geldi. Benden iki karış uzun ve yaşı onaltı gösteren ve taş çatlasa 20 yada 22 yaşında olan bir çocuk vardı karşımda. Geldi elimizi sıktı. Yağmur hanginiz dedi... Yiğit uzatılan eli sıktı,
- Benim Yağmur buyurun... Hoş Geldiniz... dedi. Biz hepimiz gülüştük... Adam yada Genç, her neyse işte, Alaca karanlıkta şöyle dikkatle hepimize baktı, sonra bende karar kıldı. Elini bana uzattı.
- Neden Ben? dedim.
- İçlerinde bana verilen tarife uyan tek sen varsın. Bu ikisi, Çağan ile Yiğit'i gösteriyordu. Kısa ve zayıflar. Yiğiti gösterdi, siz ev sahibimiz Yiğit Beysiniz, dedi. Yiğit kolunu savurdu.
- Tüh be anladı! dedi, biz halen gülüyorduk. Serdarı gösterdi genç adam, sizin hakkınızda bilgim yok ama siz de Yağmur Beyden kısa ama daha zayıfsınız. Tarife uyan tek siz kaldınız dedi bana dönüp. Yiğitin Güvenlik Müdürü arabanın arkasından daha fazla siyah büyük sandıklardan indiriyordu. O arabanın arkasından seslendi, Yok Yağmur benim!!! Biz kahkaha atarken Yiğit in kulağına eğildim, fısıltıyla.
- Herkesi bozduk, herkes gevşedi Yiğit. Yandık ki ne yandık dedim. Yiğit daha sesli güldü.
Genç Adam arka kapıya yöneldi, Kapıyı açtı. Arabadan Yiğit kadar bir çocuk indi, vücut yapısı aynı Çağan ile Yiğit kadardı. Yiğit ile Çağan gibi bizim yaşlarımızda ama daha minyondu.
Serdar seğirtti, Sandıkları boşaltmaya çalışan adama yardıma gitti. Üç sandığı ikisi, iki ucundan tutup eve taşıyorlardı. Çocuk yanımıza geldi. Robot gibi giyinmişti. Kalın bir palto, büyükçe bir bere, atkısı da gözlerine kadar yüzünü kapatıyordu. Konuşmadan elini uzattı, el sıkıştık,
- Bu Yiğit, Bu Çağan, Yiğit'in Güvenlik Müdürüne Yardım eden Serdar dedim, tokalaştılar.
Zar zor duyabildiğimiz ama bir yerlerden çok tanıdık gelen bir sesle,
- Ben de Tuna!
Genç Şoför de Sandıklara yardım ettikten sonra geldi,
- Bu arada benim ismim de Ahmet... memnun oldum. dedi.
Sandıklar taşınmıştı, Arabada kalan sandıklar da bizim barakaya gideceklerdi. Yiğit'in Güvenlik Müdürü, isminin Ahmet olduğunu anladığımız yeni gelen genç adama;
- Haydi gidelim kalan sandıkları da indirelim, hava bozacak çok oyalanmayalım...
dedi ve arabanın ön koltuğuna oturdu. Ahmet elini kaşının kenarına götürüp selam verdi o da arabaya bindi. Araba ağır ağır karların üzerinde hareket etti. Kendi etrafından dönerek Ana Binanın sol tarafına, bizim barakanın olduğu yöne doğru ağaçların arasında ki yoldan devam etti. Hava kararmıştı ama henüz daha çok geç falan değildi, akşam üzeri gibiydi. Rüzgar ile birlikte buz parçaları da yağmaya başladığından biz de oyalanmadan yola koyulduk. Bu arada kendi aramızda da konuşuyorduk.
Yiğit,
Arabaya mı binseydik Beyler?!?!?
Serdar,
- Çok uzak değil birazdan varırız.
Çağan,
- Serdar, sen neden binmedin arabaya? Yardım ediyordun sandıklara?
Yiğit,
- Taşımak istememiş çocuk, onlar halletsinler diye sallamış işte... sözün sonunda da güldü, Çağan da ona katıldı.
Hakkında söylenenler Serdar'ın zoruna gitmişti.
- Yiğit Bey! Olur mu öyle şey. Ben davet edilmeden arabaya binmek istemedim sadece, yoksa benim işim böyle eşya taşımak!
Dayanamadım daha fazla!
- Yiğit, Çağan uğraşmayın çocukla! Hem Serdar! Burada BEY yok!! Yiğit yeterli... Burada bir şey taşımak senin işin değil, sen buraya tatile geldin, uyma sen bunlara... dedim.
Yiğit geri döndü bana pis pis baktı, sonra da Serdara seslendi.
- Sensin BEY!!! dedi.
Çağan ile kıkırdaya kıkırdaya önden yürümeye devam ettiler. Biz Serdar ve Tuna ile arkada kaldık.
- Eeee Tuna Hoş Geldin! Nasıl buldun burayı? Beğendin mi? dedi Serdar. Şöyle Serdara baktım. Kendi yeni geldi, çocuğa ev sahipliği yapıyordu. Bu Serdar çok iyi niyetli bir çocuktu. Tuna kıyafetlerinin altından konuştu ama çok cılız çıkıyordu sesi.
- Çok soğukmuş... dedi.
Şöyle kolumu omzuna attım ama çocuk zaten robot gibiydi, üzerinde ki kıyafetler sanki biraz fazla kalındı.
Biz Serdar ile konuşmaya başladık.
- Serdar! Bak başbaşa kaldık sana söyleyeceklerimi iyi dinle. Öyle her işe koşturmak yok. Bırak herkes kendi işini kendi yapsın. Garsonluk yapmak ta yok ona göre bak. Görürsem kavga ederiz senle, kendin gibi ol.
- Yağmur Bey! Şey Yağmur, ben buyum ama insanlara yardım etmeyi, yardımlarına koşmayı severim.
- İyi o zaman, sen yine kendin ol, bir şey olmak zorunda hissetme kendini. O Rüzgar'a da çok yüz verme!
Serdar istemsizce güldü.
- Rüzgar Bey sizin en iyi arkadaşınızdeğil mi? Neden onun hakkında siz böyle söylüyorsunuz ki?
- Ya Serdar! Bak sen böyle sizli bizli, Bey li Bay'lı konuşacaksan eğer, peşin söyleyeyim ben de bundan sonra senle öyle konuşurum.
- Tamam anladım Yağmur... kusura bakma işte mesleki deformasyon, seninle olan kafeterya mazimizden kalan alışkanlık. Dikkat ederim bir daha!
- Of Serdar Of!!! İşimiz var seninle! dedim, ortamızda ki Tuna ikimizin haline kıkırdıyordu. 

FIRTINA, Sezon VIIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin