Buğra'dan
Telefonum çaldığında gözlerimi devirdim. Ali arıyordu ve konuyu ne yazık ki çok iyi biliyordum.
"Efendim Ali?"
"Yine gelmedi Cemre," dedi bıkkın bir ses tonuyla. "Telefonu da kapalı. Böyle gitmez bu iş."
"Sen ona haftaya yeni bir randevu yaz," dedim sinirlenerek. "Ben onu getireceğim."
"Buğra," dedi sakince. "Bak bu sefer gelsin mutlaka. Ondan istediğim şeyleri yapıyor mu?"
"Asla yapmıyor," derken daha da sinirlenmiştim. "Biliyorsundur belki sevgilisi döndü. Evet artık günde 10 saat çalışmıyor ama yine de durmuyor."
"Voleybolu bırakması bile gerekir, biliyorsun sen de. Eğer tabii ki yaşamak istiyorsa."
"Ben onu haftaya getireceğim," dedim. "Sen merak etme."
Ali ile telefonu kapattıktan sonra Cemre'yi aradım ama telefonu kapalıydı. Sonra Ceren'i aradım. "Gitmemiş, değil mi?" diye açtı telefonu.
"Gitmemiş," dedim. "Haftaya yeni randevu aldım rica minnet. Buna gidecek Ceren artık. Ne yapıyoruz ne ediyoruz bilmiyorum. Gerekiyorsa Cemre'yi bağlayıp götürüyoruz."
"Halledeceğim ben," dedi o da aynı bıkkınlıkla. "Matt ile kahvaltı ediyorlarmış, sonrasında yanıma gelecek. Gerekirse babası ile de konuşacağım."
"Artık ne olacaksa olsun," dedim ben de. "Bizi mi dövüyor, bizle konuşmuyor mu umurumda olmaz. Onun sağlığından söz ediyoruz. Bırak sağlığını canından söz ediyoruz."
"Tamam, ben halledeceğim," dedi.
Cemre kontrollerine gitmiyordu. Ona fakülteden tanıdığım en iyi doktoru ayarlamıştım. O da Cemre ile çok iyi ilgileniyordu. Ama Cemre'nin bizi asla dinleme gibi bir niyeti yoktu. Yaşadığı dört aylık süreci bünyesi kaldıramamıştı. Bütün vücudu yeter diye bağırırken o durmuyordu. Voleybol bile oynamaması gerekiyordu ama ondan bunu da alamazdık.
Bu durumu sadece Ceren, ben, koçu ve takım doktoru biliyordu. Cemre bunu kimsenin duymasını istememişti. Ama artık anlaşılıyordu. Gittikçe çöküyordu, zayıflıyordu. Aslında iyileşmesi için en doğru zamandı. Matt gelmişti, artık mutlu olabilirdi. Bu kadar çok çalışmasa, vücuduna biraz zaman verse, düzenli olarak tedavi olsa hastalığını kontrol altına alabilirdi.
Ama böyle giderse bir yerde düşüp kalacaktı.
***
Yiğit'ten
Yavaşça kapısını çalıp kenara geçtim. Eğer delikten bakıp beni görürse asla kapıyı açmazdı. Neyse ki kapı açıldı. Beni görünce gözlerini devirdi. "Ne işin var burada?"
"Ceren biraz konuşabilir miyiz?"
"Hayır," dedi kapıyı kapatmaya çalışırken. Elimi kapıya koyarak kapıyı kapatmasını engelledim. "Lütfen, Cemre'nin iyiliği için."
"Senin Cemre'ye bir iyiliğin dokunmuyor. O yüzden git buradan."
"Ceren, lütfen."
Derin bir iç çekti. "Gel," dedi bıkkın bir ses tonuyla kapıyı açarken. "Gel konuşalım ne konuşulacaksa."
Onun yönlendirmesi ile içeri girdim. Koltuklardan birine oturdum. O kapıda ayakta duruyordu. "Dinliyorum."
"Sözü uzatmayacağım. Ben Cemre'yi geri istiyorum."
"İsteyebilirsin," dedi omuz silkerek. "Ama olmaz. Daha kaç kere söylenecek bu sana?"
"Olur," diye isyan ettim. "Cemre'nin aklı karışık sadece. O adamı sevmiyor."