Doktor olan Nihan annesinin ölümüyle birlikte babasının ruh sağlığını yitirdiğini biliyordu. Her şey ağaç kabartmalı bir yüzüğü tutmasıyla başladı 1965 senesine giden Nihan Genelkurmay başkanının oğlu Demir Çakırer ile tanıştı..
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Zaman, her zaman istediğimiz gibi akmazdı. Benim içinde öyle olmuştu istediğim gibi akmamış üstüne üstlük 1965 yılına kadar uzanan bir hikayeye sürüklenmiştim. Zamanı iyi kullanmak şöyle dursun nöbetlerden başımı kaldıramıyor ve oldukça geç eve dönüyordum. Şimdi ise ne geç dönmek vardı ne de dönecek bir yol.
Çaresizlik ve elimin kolumun bağlı olması hissinden bir türlü sıyrılamıyordum.
Derin bir nefes almak istediğimde göğsümde hançer varmış gibi acı çektim. Gözlerimi kapatmak istedim ama ne zaman kapatsam kendimi bozkırda buluyordum. Ateşe dokunmamak için savaş veriyordum eğer o ateşe dokunacak olursam tüm dünyam alt üst olabilirdi.
Bahadır çantasından bir şey çıkartmanın derdindeydi. "Bre acıkmadınız mı?"
Selim şuh bir tonda yanıtladı. "Acıkmaz mıyız devrem kurt gibi açım."
Gönlümde yığınla öfke patlaması vardı. Beni o kadar zorluyordu ki sanki lavlarını atmak için benimle savaşıyordu. Ellerimi sıktıkça gözümden yaş düştü. Canım öyle çok yanıyordu ki kolumu hareket ettiremiyordum bile. "İyi misin?" Diye sordu Selim merhamet dolu gözlerle bakarak.
"İyi değilim." Dedim acı dolu bir tonda. Yüzümün hala birkaç yerinde çizikler vardı. Şu an bir zavallı gibi göründüğüme emindim.
Demir Çakırer buz gibi bakışla baktı yüzüme. Sonra tekrardan postallarına baktı çamur dolu postallarla bir alıp veremediği vardı. "Siper olmaktan vazgeçersen iyi olursun." Dedi Demir öfkeyle.
"Sana yardım etti kadın." Dedi Bahadır senli benli konuşuyordu. "Bu kadar kalpsiz olma bre."
"Bir yolunu bulurdum ben." Dedi egoyla tırmandı omuzları göğe doğru. Bir yolunu bulurdum..
"İran'a kaçan o iti hala bulamadık komutan bizi neden çağırdılar İstanbul'a." Diye sordu Selim. O dağın eteklerinde olmamızı açıklayacak türden konuşmalardı bunlar.
"İstanbul'da daha mühim işler var Selim." Dedi Demir sakin bir tavırla verdiği cevap karşısında donakaldım. Madem bu kadar sakin bir adam olabiliyordu neden her seferinde bana öfkelenme gereği duyuyordu?
"Devrimciler şehrin her yerinde nasıl başa çıkacağız?" Diye sordu Bahadır. Sorduğu soru karşısında çok derin bir sessizlik oluştu. İstihbaratın bozulmaması adına susulan bir yemin gibiydi.
"Şurada bir saatimiz kaldı."
"Evet komutanım." Dedi Bahadır Demir'in dikkatini çekmek istercesine.