Dolunay kararlıydı her şeyi anlatıp bu yükten kurtulacaktı. Derin bir nefes aldı ve telefonunun ekranına uzun uzun baktı. Hem bu yükten yorulmuştu hem de annesinin bitmek bilmeyen para isteklerinden. Gözünden bir damla yaş düştü ve telefonun ekranında küçük bir yol izledi daha sonra gözden kayboldu ve yere düştü. Dolunay yaşlı gözlerini sildi, koyu elalarına 'artık göz yaşı yok' dedi ve içli bir nefes daha aldı. Telefonun ekranı parladı önce ve sonra o tatlı melodi duyuldu. Arayan kişi annesiydi. Dolunay ağız dolusu bir küfür savurdu ve büyük bir yıkıntının eşlik ettiği hırsla telefonu kulağına götürdü.
"Paran mı bitti yine? Bende ki de soru." dedi ve öfkeyle karışık hüzünle beraber kısa bir gülüş attı. Karşısın da ki kadın ters bir tepkiyle konuştu.
"Annenle konuşuyorsun düzgün konuş! Kardeşinin kumar borcu var, bana acil bir şekil de on bin dolar lazım." dedi kadın tok ve emir veren bir sesle. Dolunay tısladı ve hafif hafif yanan sokak lambasının direğine bir tekme attı.
"Bir kere de nasıl olduğumu sor be kadın, bir kere..." diye sözlerini tekrar etti. Karşısın da ki kadın fırsatını kaçırmadan konuşmaya devam etti.
"Anladım Dolunay ama sen şimdi o parayı bulmazsan kardeşinin cesedine sarılacaksın. Benim oğlum senin yüzünden ölemez! Bir saatin var Dolu... O parayı bul." dedi ve Dolunay'ın son sözlerini bekledi. Dolunay annesinin ona 'Dolu' diye hitap etmesine alışmıştı çünkü annesi işi düşmedikçe ona nazik ve sevecen yaklaşmaz ismini bile en kısa şekil de söylerdi. Dolunay yaşlı gözlerini sildi ve konuştu. " Nerden bulayım o kadar parayı? Bana gökten yağmıyor para. " diye bir isyan belirtti. Annesi tekrar konuşmaya başladı.
"Geçen sefer nerden bulduysan ordan bul o parayı. Benim oğlum diken üstün de. Bir saatin var Dolu." kadın kendinden emin cümlelerini söyledikten sonra telefonu kapadı. Dolunay bir feryadla sokak lambasına bir tekme daha attı. Sonra tekrar telefonun ekranına baktı ve malum numarayı aradı.
Arif Sayman
ARANIYOR...
Telefon ikinci çalışın da açıldı.
"Hayırdır prenses , bu saate sen beni arar mıydın?" dedi Arif. Dolunay sıkışan kalbine elini koydu ve konuştu.
"Bana on bin dolar lazım acilinden." Dolunay sözlerini bitirdiğin de karşısında ki adam bir kahkaha attı , kısa bir süre sonra konuştu.
"Kural belli, oyun belli... Karar senin prenses. Şimdi tamam de bu işe bende paranı hesabına hemen şimdi atim." dedi adam. Sesi neşeliydi çünkü beklediği kuzu günler sonra yine kuyruğu sıkışınca ona gelmişti. Artık istediğini elde etmişti.
"Sen pisliğin tekisin! Ben sana söyledim değil mi? ' ne istiyorsan yaparım bu oyun da ama bedenimi kullanmam' diye. Senin ezeli düşmanının karısı olmam. ANLADIN MI BENİ!" Dolunay sözlerini isyan ederek ama net bir şekilde söyledi. Karşısında ki adam bir kahkaha daha attı "Karar senin prenses. Ya oyunun kurallarına göre oynarsın ya da kardeşinin cesedine sarılırsın yarın sabah." dedi.
"Sen adi bir herifsin. Sen yaptın değil mi? Kardeşimi sen tehdit ettin , ben sana gelim diye. Aşağılık pislik." Dolunay kin dolu sözlerini söylerken Arif keyfi yerinde bir şekil de onu dinliyordu.
"Karar verdin mi prenses? Kardeşin mi sen mi?" Arif'in sözleri Dolunay'a işkence etse de Dolunay bağırarak yanıtladı onu.
"ALLAH BELANI VERSİN ARİF SAYMAN! NEFRET EDİYORUM HEPİNİZDEN." çığlıklarının ardından dizlerinin üstüne düştü ve göz yaşlarını bir kez daha sildi. Kendi kendine şunu tekrar etti 'hani artık göz yaşı yoktu?' Sonra derin bir nefes daha aldı ve ciğerlerine kadar zehirlenmiş gibi hissetti.
"Tamam. Kabul ediyorum, sana attığım hesaba yolla parayı bu gece gidiyorum onun yanına. Senin istediğin gibi karısı olacağım." dedi ve yoldan geçen bir kaç arabayı fark edip kendini toparladı. Yakınlarda ki bir banka oturdu ve bir elini yumruk yaptı. Karşısında ki adam konuştu.
"İşte şimdi oldu doktor. Artık prenses demek sıkıcı. Sen benim adamımsın bundan sonra. Zamanı gelince oyuna yeni kural gelecek benim minik doktorum ." dedi hastalıklı bir sesle.
Dolunay suratına kapanan telefonu bankın üstüne bıraktı, gözlerini kaldırım taşlarına dikti. Üzerinde ki kırmızı renkli kumaş ceketi çıkardı, onu da telefonun yanına bıraktı. Siyah düz saçlarını sağ eliyle geriye doğru attı. Üzerin de ki kalın askılı, düğmeli, ceket tarzı kırmızı tişörtünü düzeltti. Aynı renkte ki kumaş pantolonun üzerinde ellerini birleştirdi ve siyah ince topuklu ayakkabılarına baktı. Arkasından duyduğu sesle , kendisine ağrılar veren kalbi bir kez daha hızlı atmaya başladı. Yavaşça kafasını kaldırdı, arkasın da ki sesin sahibini tahmin ediyordu aslında ama sesin sahibiyle göz göze gelmek için yerin de öylece bekledi.
Sesin sahibi, siyah parlak kunduralarıyla tam önünde durdu. Dolunay'ın suratını iki parmağıyla çenesinden yukarı doğru kaldırdı "Neden ağladın şifacım?" Dolunay bu sözü çok seviyordu çünkü ondan başka kimse onunla ilgilenmiyordu. Ama işler şuan daha çok korkutucu olmuştu. Dolunay şaşkın bir ifade ile ona baktı ve şu cümleleri söyledi.
"Asil senin burada ne işin var?" az önce çağırdığı adamı unutmuştu çoktan. Asil serseri şekil de güldü ve Dolunay'ın alnına küçük bir öpücük bıraktı. Dolunay ayağa kalktı ve bir sona geldiğini anladı. "Anlatmama izin ver Asil, sonra sık kafama. Her şeyi bitir bana dair..."
O gece Dolunay cümlelerini hiç susmadan devam ettirdi ve Asil hiç bir şey demeden bir sokak lambasına sırtını verip karşısın da çırpınan kadını dinledi. Söyledikleri Dolunay'a bir son veriyordu ama bu onu bilmeyecekti. Ta ki Asil Atalav oyuna yeni kural getirene kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOLUNAY: Yalanın Beyazı
Teen FictionDolunay karşısında ki adamın dudaklarından dökülenlere inanamadı. "Sen az önce söylediklerin de ciddi miydin yoksa bir intikam planın mı var?" bu sözler adamın kalbine bir ok gibi oturdu. "Seni sevmiş olmam senin suçun değil ya da tüm bu yaşananl...