Alkış sesleri son bulduğunda gülümsediğimin farkında bile değildim henüz. Gözlerimin odağında toprak rengi gözler vardı. Gözlerinin içinin güldüğü gibi dudaklarında da aynı gülümseme vardı. Gülmek ona yakışıyordu.
Gülmek en çok ona yakışıyordu.
Yanaklarında beliren gamzeler ne zaman gülümsese hep varlığını belli ediyordu. Şuan gamzelerini saklamakta zorlanıyordu. Onu böylesine mutlu eden şey neydi? Onu böyle güldüren şey? Bu soruların cevabını tahmin edebiliyordum elbette. Belki de dile getirmekten korkuyordum. Bilmiyorum.
Bildiğim tek bir şey vardı. O da kalbimin çok hızlı attığıydı. Bu duygu kalbime ve bana çok yabancıydı, benim de bir şeyler hissedebildiğimi kanıtlar nitelikteydi. Oysaki ben uzun zamandır hisler ve duygulardan uzak yaşamıştım. Zamanla bir duvara dönüşmüş, her şeyden kendimi mahrum bırakmıştım.
Öldürülen ben değildim, duygularımdı.
"O neydi öyle ya valla benim aşık olasım geldi sana. Kendimi gitarcı ve motorcu çocuklara düşen kızlar gibi hissettim."
"Abartma Uzay. Daha önce de duydun bugün mü beğenesin geldi."
Toprak'ın ağzından çıkanlar böyleydi fakat yüzündeki o tatlı gülümseme yerini koruyordu. Duydukları onu mutlu ediyordu etmesine ama utandığının da bilincindeydim. Övgü duymayı pek sevmezdi.
"Bu sefer başkaydı sanki Toprak başkan. Havada bi aşk kokusu sezdim."
Ateş'in imayla söyledikleri yüzünden içimde bir şeylerin kıpırdadığını hissettim. Üstüme alınmam gereken bir durum var mıydı emin değildim ama alınmıştım işte. Şarkıyı bana bakarak söylemişti, bazen gamzelerini de göstermişti. "Ben ilk defa söylediğin bir şarkıyı bu kadar hissettiğini gördüm abiciğim."
Masadaki herkes Toprak'ın bu utanan hallerinden dolayı üstüne giderken araya kaynamak istemediğim için lavaboya gitme bahanesini kullandım. O sahnedeyken herkes ona bakıyordu, o da bana. Masadaki herkes bunun farkındaydı. O kadar uzun süre gözleri gözlerimde kalmıştı ki fark etmemeleri imkansız gibi bir şeydi. İçimde anlam veremediğim kelebekler vardı. Uçup uçmamak konusunda karar veremiyorlardı sanki.
Çantamı da yanıma alarak lavabonun nerede olduğunu öğrendikten sonra oraya yöneldim. Renkli led ışıklar ve değişik ayna motifleriyle süslenmişti girdiğim koridor. Fotoğraf çekilme alanları fazlasıyla güzeldi.
Koridorun sonundaki lavabonun önüne geldiğimde içeriye girdim ve ardımdan kapıyı kapattım. Çantamı musluğun kenarına koyup suyu açtım. Ellerimi hafifçe ıslattıktan sonra kabaran saçlarımı düzeltmek için bakışlarımı aynaya kaydırdım. Arkamda gördüğüm şey beni dehşete düşürürken istemsizce çığlık attım.
"Aaa!"
"Şşt şşt sakin ol güzelim!"
Attığım çığlıkla birlikte ağzımı kapatan kişi Can'dan başkası değildi. Elleri ağzımı sıkı sıkıya kapatmış kollarının arasında debelenen bedenimi tutmaya çalışıyordu. Ağzımı kapatan eli yüzünden zor da olsa konuşmaya çalıştım. "Bırak beni!"
Sesim çok boğuk çıkmasına rağmen bana o kadar yakındı ki dediklerimi anlaması zor olmamıştı. "Ama aşk olsun Temmuz. Benle kahve içmeye gelmedin şimdi arkadaşlarınla mı içiyorsun? Senin gibi nazik bir kıza hiç yakışıyor mu?"
Dirseklerimle canını acıtmaya çalıştım fakat nafileydi. Canımı yakmasından korkuyordum ve tüm bedenim titriyordu. Bana zarar vereceği düşüncesi git gide tüm benliğimi ele geçirdiğinde panik atağın geleceğini hissederek kollarının arasında daha çok çırpındım. Yavaşça bana doğru eğildi. Önce iğrenç nefesini boynumda hissettim, ardından yüzünü kulağıma doğru yaklaştırdı ve fısıldadı."Bu çırpınışlar boşa Temmuz hanım. Sonunda olman gereken yerdesin. Kollarımdasın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇAMUR #ilmelistan
Teen Fiction"Sence ne yapıyorum?" Sesi boğuklaşmış topraklarının rengi koyulaşmıştı. Kafasını bana daha çok eğdiğinde artık gidecek yerim yoktu ve burunlarımız birbirine değiyordu. "Sevgilimi öpüyorum.." Dudaklarımız arasında santimler kala durup tekrar konuştu...