Komodinin üzerindeki telefonumun titreşimiyle birlikte yeni bir güne daha uyandım. Kafamı yastıktan kaldırıp telefonuma baktım. Teyzem arıyordu. Kısaca aniden işi çıktığını ve evden bu yüzden erken ayrılıp kahvaltımın da masada hazır olduğunu söyledikten sonra telefonu kapattı. Bir süre bana yatmamı fısıldayan iç sesimle çatıştım. Nihayet tam olarak kararımı verdiğimde yatağımdan ayrılabilmiştim. Saat yeterince geç olmuştu.
Ağır adımlarla aynalı dolabıma doğru yöneldim. Aynadaki harabeye dönmüş görüntüme baktım. Açık kumral rengindeki saçlarım darmadağındı. Mavi renkteki gözlerim ise biraz kızarmış ve şişmiş bir haldeydi. Aynadaki yansımamla bakışmama son verip dolabımın kapağını açtım. Siyah bir eşofman takımı alarak odamdaki banyoya doğru ilerledim.
Rutin işlerimi halledip üzerimi değiştirdikten sonra odamdan çıkıp merdivenlere adımımı attım. Mutfağa indiğimde baş köşeye oturup iştahsızca kahvaltımı yapmaya başladım.
Hayatım böyleydi işte. Teyzem işe gider bense yalnız başıma otururdum. Bu koskoca evde yalnızlığımla boğuşurdum. Bazen bana kıyamaz ve çalıştığı şirketten izin alırdı benimle kahvaltı yapmak için. Ailemden kalan tek kişi oydu yanımda. Ama o da çalıştığı için birlikte pek vakit geçiremiyorduk.
Babam beni istememişti. Dünyaya gözlerimi açtığım o ilk gün beni terk etmişti. Bunu sorgulamayı yıllar önce bırakmıştım. Böyle olmasını ben de istememiştim ama olmuştu işte. Annem benim yüzümden ölmüştü. Bana kendi hayatını verip o da bırakıp gitmişti beni o gün. Böyle yazılmıştı böyle olacaktı. Belki de ben olmasaydım annem hala hayatta olabilirdi. Ama seçimini çoktan yapmıştı. Kalan kalmış giden gitmişti.
Elimdeki çatalın aniden tabağa düşmesiyle sıçradım. Bir anlığına dalmıştım ve ne yaptığımın farkında bile değildim. Bunun ardından gelen gök gürleme sesi ise beni korkutmaya yetmişti. Ani bir kararla yerimden fırlayıp hızla kapıya doğru adımladım. Sağanak yağmur vardı fakat o an üzerimde olan hiçbir şey umrumda değildi. Yapamıyordum.
Bu hisle hiçbir zaman baş edemiyordum.
Evden çıkıp koşarak mezarlığa doğru yöneldim. Mavi irislerimin etrafını saran beyazlık eminim ki yine kıpkırmızı olmuştu. Görüşüm akmayı bekleyen gözyaşlarımdan dolayı bulanıktı. Yağan yağmur içimdeki ateşi söndürmeye yetmiyordu. Alev alevdi.
İçimdeki çocuk çığlık çığlığaydı. Acısı dinecek gibi değildi. Çaresiz ve yalnızdı. İçimdeki çocuk erkenden büyümek zorunda bırakılmıştı.
Aniden ayağımın kaymasıyla ne olduğunu bile anlamadan kendimi yerde buldum. Düşüncelerim bir sis gibi etrafa yayıldı. Dünyadaki varlığımda böyleydi işte. Bir toz bulutuna eşdeğerdi. Tek nefeste uçup gidecekti sanki.
Bakışlarım çamura bulanmış ellerime düştü ilk önce. Çamur ellerime sinen yaşam izlerini kapatmaya yetmemişti. Daha sonra bedenime baktım. Üzerim mahvolmuştu. Ben bu kadar aciz bir insandım işte. Artık kendi kendime ayağa kalkmaya mecalim bile yoktu. Binlerce kez düşmüştüm fakat hep ayağa kalkmasını bilmiştim. Ama bu sefer ağır yaralıydım.
Fakat o an bana doğru bir el uzanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇAMUR #ilmelistan
Teen Fiction"Sence ne yapıyorum?" Sesi boğuklaşmış topraklarının rengi koyulaşmıştı. Kafasını bana daha çok eğdiğinde artık gidecek yerim yoktu ve burunlarımız birbirine değiyordu. "Sevgilimi öpüyorum.." Dudaklarımız arasında santimler kala durup tekrar konuştu...