Miwa, Crown ficini sunar...
Birkaç ay önce geldiğin sarayda yaşamaya alışmış sayılırdım. Babamın küçüklüğümden beri öğrettiği adabı muaşeret kurallarını çabucak benimsemem ve beraberinde bir asilzadeye yakışacak şekilde zarif giyinişimle saraya sonradan gelsem bile aykırı durmuyordum.
Bu yüzden insanların beni benimsemesi de kolay olmuştu. Saygılı, güzel sözlerim, beraberinde hafif mesafeli ve başkalarına gizemli gelen hallerimle tam bir asilzadeydim.
Konuşulmasa, dile getirilmese de belli başlı kurallar vardı asilzadeler arasında.
Hepimiz aile olarak saraya bağlı olduğumuzdan hareketlerimizin sonucunun krala ulaşacağını bilerek davranmak zorundaydık. Uçarı ve abartılı olmamalı, sade de kalmamalıydık. Gösterişli olurken diğer yandan mütevazi olmalıydık. Saygımızdan ödün vermeden diğerlerine -soy olarak altımızda kalanlara- üstün olduğumuzu göstermek bir diğer kuraldı.
Tabi bunlar konuşulmayan, konuşulsa ayıp gösterilecek şeylerdi fakat gerçeklerdi de. İnsanlar sadece konuşmayınca daha rahatlardı.
Bu yaşıma kadar saray dışında yaşadığım için buradaki insanlara alışmak zordu. Önceden emrim altında olan hizmetlilerde köşkte yaşasam da sarayda kralla, onun gözetiminde diğer soylularla yaşamak farklıydı.
Kralla tam aynı sarayda yaşıyor sayılmazdık aslına bakarsak. Oldukça büyük olan sarayını merkeze almış, çevresine soyluların kalacağı daha küçük ve daha az gösterişli saraylar inşa ettirmişti. Asil kanda olanları, ticaretle uğraşan zengin tüccarları ve din adamlarını yerleştirmişti o saraylara.
Tabi bunu da belli bir sınıf ayrımıyla yapmıştı. Mesela merkezi saraya yakın olan yerlerde konaklayanlar asilzadelerdi. Ailesi soylu olan, saraya bağlı çalışan kişilerdi hepsi. Birkaç aile büyüğünün kralın meclisinde olduğunu biliyordum, bunlardan biri de babamdı.
Sonrasında din adamları geliyordu. Az olmalarının yanı sıra evleri sözde sakin hayat yaşaması geçiren biz faniler için fazla şatafatlıydı. Elmaslarla işlenmiş özel dış duvar süsleri, kapılardaki altın işlemeler insanı hayrete düşürüyordu çünkü para meraklısı diye ötekileştirdikleri tüccarlar bile böyle bir gösterişle yaşamıyordu.
Büyük tüccarlar krala bağlı olsalar da çoğunlukla deniz seferine çıkmaları ya da şehir, ülke değiştirmelerinden kaynaklı olarak burada olmazlardı. O yüzden aileleri kalırdı.
Bu sıralama asilzadeler için önemli değildi. Din adamları ve tüccarların kendilerinden daha önemli olmadıklarını bildikleri için hep rahatlardı fakat diğer ikili grup için aynısı söylenemezdi. Elle tutulur bir rekabetle kendilerini krala kanıtlama ihtiyacı duyuyorlardı.
Onların aralarındaki sürtüşme bize sıçramadığı sürece kimsenin umrunda değildi, gözüken oydu.
Tüm bunlardan öte, asıl nokta merkezdeki kraliyet sarayının görüş açısıydı. Oldukça büyük ve uzun olan sarayın en üst katı, bir de o katın bir altında toplam iki tane dairesel teras vardı. Duyduğum kadarıyla kralın ve prensin girmesine tek izin olan yerlerdi. Oradan tüm alanı kuş bakışı görüyor, en uzaktaki mesafeyi bile seçebiliyorlardı. Bundan emindim.
Görünmez bir baskı oluşuyordu üstümde haliyle. Her an izleniyormuş hissinden dolayı diken üstünde yürüyordum sanki ara yollarda. Yine de buna yavaş yavaş alışıyordum.
Köşkte yaşarken babam geceleri gelirdi, bazen hiç gelmediği olurdu. Bu yüzden her şey bana bağlıydı. Benim kontrolümde köşkte işler yürürdü ve babam kimseyi başıma dikmezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
crown
General FictionKim Taehyung, Prens Jeon Jungkook'la ruh eşi çıktığında kendini olayların içinde bulur. [Kingdom, omegaverse - soulmate] for; @meahrijeon ღ