12. KATRAN KARASI GECEDEN SÜZÜLEN IŞIK (2)

53 8 46
                                    

Köyün dışında yaşadığı ufak maceralar ve yorucu bir günün ardından çoğu zaman Edras, Aryunia'nın evine dönmek için can atardı. Çömleklerin ısıtılırken etrafa yaydığı sıcak toprak kokusu, ocakta kaynayan yemeğin fokurtusu, günün ilk ışıklarında esintiyle gelen çiçek tarlasının tatlı kokusu ve yüreğini ısıtan sıcak bir gülümseme ona evde olduğunu hissettirirdi. Ne var ki o gece ayakları geri geri gidiyordu. Tüm olanlardan sonra Aneta ile yüzleşmeye ki bunun sonu en iyi ihtimal bir kavgaya tutuşup birinden birinin yaralanmasıyla sonlanması demekti, hiç hazır hissetmiyordu. Yol boyunca o vahşi kadının artık eşi olduğunu sürekli hatırlatan Zequat'da gerginliğini üzerinden atması konusunda kendisine hiç yardımcı olmuyordu. Bir tarafı hala fütursuzca ormana girip her şeyi mahvettiği için ona kızgın olsa da diğer baskın olan tarafı nasıl af dileyeceğinin yollarını arıyordu. Diğer yandan Ayrunia'dan sıkı bir azar ve uzun bir nasihat silsilesine de hazır olmalıydı.

Arka bahçelerine uzanan patikayı tırmanıp taraçanın olduğu kısma geldiler. Edras sessizliğin içine saklanmış gergin havayı solumasıyla Ayrunia'nın telaşla kapıda belirmesi bir olmuştu.

"Aneta'nın durumu hiç iyi değil. Bir şeyler yap Edras. Yoksa bu geceyi atlatamayacak."

Edras bir hışımla soluğu Aneta'nın kaldığı odada aldı. Yerde yatan kız kesinlikle tanıdığı kız değildi. Ne cüppesiyle sarmaladığı savaşçılara has heybetli duran bedeni ne de cesaretiyle kınladığı kılıcı kadar keskin ruhu vardı. Kuru bir dal parçası gibiydi. İnce, uzun ve kırılgan... Ayrunia onu ormanın balçığından tamamen arındırmış ve ayak bileklerine kadar uzanan eski bir elbise giydirmişti. Bu haliyle küçük bir kız çocuğunun şirinliğini taşımasa da onun acizliğine mahkûm edilmiş gibiydi. Cenin şeklinde kıvrıldığı hasırın üzerinde ruhunu teslim edecek haldeyken bile hala kılıcının kabzasını tutuyor ve kesik iniltilerle tek bir kelimeyi sayıklıyordu.

"Baba!"

Edras kendisine tamamen yabancı görünen bu genç kadının yanı başına diz çöktü. Kılıcı elinden almak için bileğine dokunduğunda kaslarının kaskatı kesildiğini ve bedeninin ölü bir beden kadar soğuk olduğunu fark etti.

Ekupalli köyünün dışına yaptığı küçük çaplı gezilerinde birkaç şifacı ile tanışmış ve onlardan insan bedeninin içindeki oluşumlarla ve bu oluşumları kontrol etmekle ilgili şaşırtıcı şeyler öğrenmişti. Anımsadığı kadarıyla Aneta'yı sırt üstü yatırdı ve öncelikli olarak nefes alışından kan dolaşımına kadar onu kontrol etti. Nefesleri zayıf ve dolaşım hızı düzensizdi. Tırnakları ve dudakları morarmaya başlamıştı. Titremeleri giderek artıyordu. Bir uykunun belki de bir kâbusun en derin noktasındaydı. Defalarca kez kendisine seslenmesine ve sarsmasına rağmen uyandıramamıştı. Bir şeyler yapmalıydı ama ne? Gücüyle sadece yüzeysel yaralara müdahale etmeyi öğrenebilmişti. Bir şifacının sırtta açılan derin kesiği bir gün gibi kısa bir sürede tamamen iyileştirdiğine şahit olsa da kendisi basit bir kanamayı durdurabilecek kadarını başarabiliyordu. Bedenin içindeki yaşamsal faaliyetlere müdahale etmek içinse engin bir şifacılık becerisine ihtiyaç vardı. Aksi halde birinin ölümüne sebep olabilirdi. Kaldı ki bu sadece bedeniyle alakalı değildi. Mahfuz olanlar en çok ruha zarar verirdi.

Zequat iri, güçlü ve atikti. Diğer yandan o da bir melez olduğu için güçlü bir ruha sahipti. Sadece güçleri uyanmamıştı. O bile Mahfuz Olanlar'ın varlıklarından etkilenerek uzun süre kendine gelememiş, günlerce uyuyamamıştı. Bu sebeple Aneta'nın bedeni gibi enerjisi de zayıf olduğu için çevrelerine kalkan örmüştü. Anlaşılan şifacılığı gibi bu konuda da başarısız olmuştu.

"Aneta!" diye seslendi Edras çaresizliği yüzünden ne yapacağını bilemeden. Saçma bir seslenişti işte.

"İyi olacak mı?" diye sordu Ayrunia yüreği ağzında.

ARRA GEÇİDİNDEKİ SIRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin