𝟓

28 5 19
                                    


Gerçekler ortaya çıktığında, kimse konuşmaz, sadece canı yananın haykırışları konuşur...

-

Minho

"Ne demek gidiyorsun ya?! Biz evliyiz illa hatırlatmam mı gerek ha?" göz yaşlarım dökülürken, Felix'in bağırışları ile uğraşmak adeta işkence gibiydi. Sinirden ve endişeden elim ayağıma dolanırken, üç beş parça kıyafeti çantama tıkıştırıp uzun montumu giyip arabanın anahtarlarını aldım. Tam o sırada Felix eliyle kapıyı kapattı, "Gidemezsin demiştim sana, nereye gidiyorsun? Söyle!" gözlerimi kapatıp iç çektim.

"Gerçekten sevdiğim kişinin yanına!" bağırdım, herkes duymalıydı, hislerim bunu anlamalıydı, "Ben hiçbir zaman sana aşık olmadım. Seninle isteyerek öpüşmedim, isteyerek sevişmedim, isteyerek bir çocuk evlat edinmedim! Ama yıllarca, tamı tamına beş yıldır, bunu asla kendime ifade edemedim. Zamanını aldım, Felix ben iyi bir adam değilim. Özür dilerim, ama hislerim bu şekilde. Affet beni, çok üzgünüm" dolmuş kahverengi gözlere veda ettim, zordu. Onu bir eş olarak sevmesemde o beni sevmişti, belki benim herşeyim değildi, ama ben onun herşeyiydim. Ve böyle bir acıyı ona yaşattığım için kendimi asla affetmicektim.

Kapıyı çektim, Felix'in haykırışlarını geride bırakmak için hızlıca evin garajına gittim. Güçlü olmam gerekiyordu. Hyunjin için, yıllarca aşkından öldüğüm, fakat beni unutan çocuk için, kendimi unutturduğum çocuk için.

Arabayı garajdan hızla çıkardım, telefonumdan Hyunjin'in evinin konumuna tıkladım. Tamı tamına beş saatlik bir yol vardı aramızda, kahretsin! Kendine bişey yaparsa napacaktım?

Anlamıştım, Hyunjin hastaydı. Ve... Asla dilim varmıyordu fakat, o, o bir katildi. Kendi ailesini öldüren bir katildi.

Yollar, mesafeler umurumda değildi. Gidecektim, onu iyileştirecektim. O güzel gülüşünü, bakışını temelli  geri verecektim.

Bir yandan telefondan onu arıyordum, fakat ne açıyordu ne de meşgule atıyordu. Sadece öylece çalıyordu, yaşlar gözlerimden boşalıyordu. Kaçla gittiğimi bilmiyordum ama hız sınırını aştığım o kadar belliydi ki. Bir anlık gidip napacağımı düşündüm, bir, bir katili saklamalıydım. Yapabilirdim, öyle değil mi? Evet, elbette. Onun için her şeyi yapabilirdim. Çünkü o benim için en nefret ettiği şeyi yapmıştı, yalan söylemişti.

Bir saatte yolu yarılamıştım. O kadar hızlı gidiyordum ki, kim bilir kaç kişi bana bela okumuş kaç tanesi ağzına geleni saydırmıştı. Özür dilerim Hyunjin, sana verdiğim sözü ikinci defa bozuyorum güzelim.

"Söz veriyorum güzelim, hızlı gitmeyeceğim"

O gecede ona böyle demiştim ve sonuç, işte bu...

Hava kararmaya başlamıştı, güneş batıyordu. Neredeyse gelmiştim, yetişecektim. Bilmem kaçıncı kez arıyordum. Hala açmıyordu, napıyordu şuan? Ağlıyor muydu? Yoksa bunu da mı unutmuştu? Gözlerimi birbirine bastırdım, sakin olmalıydım. Tanrım yardım et!

Yarım saatim kalmıştı, ona ulaşmama yarım son saat. Gaza biraz daha bastım, göstergedeki sayılar artıyordu. Tam o sırada telefonum çaldı, bir umutla dönmüştüm ki, arayanın Felix olduğunu görmemle yutkundum. Bişey mi olmuştu? Titreyen elimle telefonu açtım, kulağıma yerleştirdim. Felix'in acı nidaları kulağımı doldurdu.

"Minho, nolursun yardım et! Hyunjin, kızım lütfen nefes al!" ne demekti nefes al? Kızım?

"K-kızım?" frene bastım, yolun ortasında durdum. Arabanın olmaması işime geliyordu, "Felix kızıma ne oldu?" kendimi dışarı attım. Nefes alamıyordum. Arabanın camına tutundum.

"Minho, H-Hyunjin. Konuşmalarımızı duymuş, duymuş! Odasına g-girdiğimde nefes alamıyordu, lütfen nefes al! Lütfen, Minho, kızımız ölüyor!"

O an, o minik kızla yaşadığım bütün anılarım geçti gözümün önünden. Onu evlatlık edindiğimiz zaman ilk benim kucağıma gelmek isteyişini, birlikte luna parkta pamuk şeker yiyişimizi, sonrasında Felix'in bizi eve gelin yemek hazır diye çağırışını hatırladım.

Senden de defalarca kez af diliyorum güzel kızım, baban seni çok seviyor.

Felix'in sesi çıkmıyordu, yalnızca hıçkırışları duyuluyordu. Ben ise arabanın kapısına yaslanmış yerde oturmuştum. Ağlamıyordum, içim yanıyordu, asla durmayan bir yangın vardı ve bu ömürümün sonuna kadar devam edecekti.

Daha fazla telefonda kahrolamazdım, kapattım. Arabaya bindim, devam ettim. Arada bağırıyor, direksiyona vuruyor ağlıyordum. Herşeyin suçlusu bendim, ölen kızım bana cennette ne kadar kızarsa hepisini hak ediyordum. Şuan bile onun yanına gitmek yerine lanet aşk duygumun peşinde gidiyordum. Kendimden nefret iğreniyordum.

Şehire gelmiştim, kulağımı navigasyonun robotik sesi doldurdu. Verdiği talimatları yaptım, saat on bire yaklaşmıştı. Bitik haldeydim, en bitmem gereken yerde bitmiştim. Sola son bir defa daha dönünce, geniş bahçeli tek katlı ev karşıladı beni. Işıklar açıktı, perdeler ise kapalı. Arabadan indim, yavaş adımlarla arada sendeleyerek vardım kapısına. Zile dokundum, aklıma o gece onu evinden alırkenki gerginliğim geldi. Kapıyı açıncaki gülüşü, güzelliği...

Kapı aralandı, kıpkırmızı olmuş şişik yüzü karşıladı beni. Kafasını kaldırdı, ağır ağır kaldırdı elini. Omzuma dokundu. Gözleri doldu, dudakları büzüldü ve titremeye başladı, "Minho?"

-

Ekşın benden sorulur hehe
Beğendiyseniz yorum yazmayı ve oylamayı unutmayın okuduğunuz için çok tişikürler!

𝐀 𝐂𝐀𝐒𝐄 𝐎𝐅 𝐓𝐇𝐄 𝐇𝐄𝐀𝐑𝐓ʰʸᵘⁿʰᵒHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin