12 Kasım 2020. Tarihimiz buydu ama hikayenin başlangıcı burası değildi. Bir nefes alış kadar yakın tarihlerde her şeyini kaybeden bir kadının vazgeçtiği hayatından kopmak istediği saatler gerçek ve hayalen boynuna kalın bir ip dolamış onu boğuyordu.
Acı kahve tonunda gözlerini, her şeyden habersiz ve bir o kadar da parçalara bölünmüş aynanın kesikleri üzerinde dolaştırdı. Parmak boğumlarından yavaşça süzülerek yere sıçradı kırmızı sıvı. Acıyı çok keskin hissediyordu. Baktığında korkudan dilini yutacağı parçalanmış elini göğsüne sertçe bastırırken çenesi titredi, kirli yüzünden gözyaşları çenesine akıp gitti.
Parmak uçlarından ağır ağır akan kan, ilerlediği her adımda bir iz sürüyordu peşinden. Salondan yatak odasına damlalarca süzülen kana rağmen, yüzündeki acının resmi kalbindeki acıya aitti yalnızca. Uyumak istiyordu, uyanmamak üzere.
Ahşap masanın üzerinde gözüne kestirdiği sigara paketine uzandı eli. Bir dal sigara çıkarıp dolgun dudakları arasına yerleştirdi ve çakmakla ucunu ateşlediğinde derin bir nefes çekti. Son sigara diye avuttu kendini. Annesi sigaradan hoşlanmazdı. Şimdi görecek olsa gözyaşlarına boğulur, kızının geldiği halden kendini sorumlu tutup ah ederdi. Yine de çaresi yoktu bunun. Her nefes çekişinde pişmanlık hissetti, her nefesi verişinde bundan zevk duydu. Bırakamazdı, dumanlar arasında kaybolacağını hayal etmek derinden bir zevk veriyordu ona.
Aşka inancını kaybedeli 730 gün 96 saat olmuştu.
İntihar edecek şekilde hayattan vazgeçeli ise 1 gün 22 dakika olmuştu.
İlk sıralar terk edilmenin acısıyla kıvranıyordu kadın. Hayattan tek beklentisi kariyer olduğu zamanlardı, biri çıkmıştı ve onu sevdiğini söylemeye başlayıp en mutlu zamanlarını yaşatmıştı ama...Bir insana kendini bağlamak aptallıktır, zaaflıktır. Günler geçtikçe keşke kelimeleri arttı. Ölmeyi düşünmedi ama zamanı geri çevirmek için bir çaresi olsa düşünmeden yapardı onu.
Şimdiyse hastanın hastası biri gibi kurgular kurup içten içe ruhunu öldürüyordu. Tam 1 gün önce annesinin ölü bedenini teşhis etmek için morga gitmişti. Aklında beliren solmuş beden gözünde canlanırken sigarayı zemine atıp ayağıyla ezdi. Nefesleri çok yoğundu, sığamıyordu hiçbir yere.
Tek çare ölmek miydi?
Kurtarılmak için daha önce beklemişti ama artık bunun gereksiz bir uğraş olduğunu düşünüyordu.
Kulaklarını tırmalayan telefon sesi ve kapının dışındaki fısıltıyı andıran konuşmalar son duyduğu şeyler olduğunu hissetti.
Göğsünde alevlenen yangın büyüdükçe hareketleri hızlandı ve ilk adımını tabureyi almak için attı. Yatağın kenarından sürükleyerek getirdiği tabureyi odanın tam ortasına, salınan ipin aşağısına götürdü. Önce tabureye çıktı. İpi avucuna alıp boynuna doladı. İpi sıkarken son nefeslerini derinden aldı, o kadar tatlıydı ki o an yaşıyor olduğunu bilmek, yine de ölmek kadar istekli bir şey gelmiyordu. Düşünmedi.
Tabure ayağının küçük bir hareketiyle yere devrilmişti. Işık vurmayan, loş odanın ortasında tavana kendini aşmış bir kadın vardı artık.
Kadının kulaklarını patlatacak cinsten bir feryat duvarları inletti. Bedenini kaldırmaya çalışan bir ağırlığın boynundaki ipi çıkarmaya çalıştığını biliyordu ama hareket edemeyecek kadar bitkin ve bilinci kapanma eşiĝindeyken bir kukla gibi bedeni onu tutan kişinin hareketlerine bağlı hareket ediyordu.
Keşkeler daha şimdiden doluşmuştu zihnine. İçinden yakılarak beceremedim derken gözünün kenarından yaş usulca aktı.
Büyük bir sessizlik hissediyordu kadın. Ölümden döndüğü an sesini ilk duyduğu adamın sesleri kulaklarından düşmüyordu.
Boğulur gibi çaresiz çıkan sesin, bilinci kapanmadan önce son kez ismini söylediğini duydu:"İzem!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YARIM KALAN
Roman d'amourİzem Lerzan, her şeyini kaybetmiş yalnız bir kadın. Barış Soykan, hayatın umudunu kardeşi ve onun en yakın arkadaşına bağlayan bir adam. Umutsuz bir yolculukta gözünüzün hiçbir şeyi görmediği, mutluluk yanı başınızdayken çareyi ölmekte bulacak çare...