üçüncü bölüm

290 30 41
                                    

birkaç pazartesi sonra, ya da birçok pazartesi sonra.

omuzlarımdan geriye itilmemle arkaya doğru sendeledim, sırtım hyunjin'e çarpmasa yeri boylardım.  kolumu tutup beni yakalayan hyunjin'den ayrılıp tekrar ileri adımladım.

chan sinirden gözü dönmüş vaziyette bana doğru yürümeye devam etti. her zaman yaşardık bu olayları, ama chan somi'den ayrıldığından beri bu kavgaları daha fazla yaşamaya başlamıştık.

"bu şekilde kavga çıkaracaksan defol." sinirle sözlerimi tükürürken dibine geldim, gözlerimi indirdim ona bakmak için. gözlerini bana kaldırdığında takrar konuşmaktan çekinmedim.

"eski sevgilinin acısını ona ve kendine borçlusun, hıncını benden çıkarıyorsun çocuk gibi."

"düzgün konuş seungmin!" chan bana bağırıp tekrar itti beni.

dengemi kaybedip ayağımı burktum, bu sefer beni yakalayıp tutan olmadığı için yere yapışmıştım.

acı ve şaşkınlıkla sessiz bir çığlık ağzımdan kaçarken tüm üyeler aramıza girdi ve chan'ı sakinleştirmeye çalıştı. acımı belli etmemeye çalışıyordum ama ayak bileğim yerinden kopmuşçasına ağrı yaymıştı tüm vücuduma.

"yeter." dedi lee know hyung, chan'a dönüp. chan her ne kadar lee know hyungdan büyük olsa da en çok onun ve changbin hyungun lafını dinlerdi.

felix kolumdan tutup beni kaldırmaya çalışırken chan ağzında birkaç küfür geveleyerek dışarı çıktı, arkasından changbin hyung. felix'in yardımıyla kalktım ayağa.

"gel yurda dönelim?" felix bana dönüp elimi tutarak sordu. başımı salladım, çıkmak istemiyordum, aynı zamanda geri dönüşümüz çok yakındı ve topluca pratik yapmamız gerekiyordu.

"niye be?" felix tekrar sordu hafiften sinirlenerek.

sinirle iç çektim, "şu an çıkmak istemiyorum."

yanıma oturup ayağıma baktı. muhtemelen kendimi incitmiştim, ya da chan beni incitmişti. ikinci seçenek daha mantıklı geliyordu. etrafa bakındım.

jeongin tek başına yerde bağdaş kurmuştu, yere bakıyordu ve sanki tadı kaçmış gibiydi. han başka yerde koltuğa oturmuştu, hyunjin yanımda felix ile beraber benimle ilgileniyordu. chan, lee know ve changbin dışarıdaydı ve muhtemelen konuşuyorlardı.

güçlükle ayağa kalktım ve yarım yamalak yürüyüşümle ilerleyip kendimi yere attım, jeongin'in yanına. her ne kadar kavgayı başlatan kişi olmasam da jeongin'i sessiz ve tatsız görünce suçlu hissetmeden edemiyordum.

"bang channie hyung sevgilisinden ayrıldığından beri sana çok gergin." jeongin konuşunca şaşırıp ona döndüm. genelde çok yorum yapmazdı, kavgalarda sessiz kalıp arada kaynardı, tüm grup üyeleri ve çalışanlar bu yüzden kıyamazdı jeongin'e.

"sevgilisiyle alakası yoktur, hep gergin bizim aramız." konuştum, kafamı jeongin'e doğru çevirirken. bir elimi kucağına attım halsizlikle.

"hyung, ayrılığı seninle alakalı olabilir."

"ne alaka be?" sözlerini anlamsız bulduğumu belli ederken iç çekti, etrafa döndü. han kulaklığını takmış müzik dinliyordu, onun dışında sorunumuz da yoktu odada.

hyunjin, felix ve ben pür dikkat bakıyorduk jeongin'e.

"somi ile ayrıldıkları gece hyunjin hyungun odasında uyuyacaktık, hyunjin hyung uyumuştu ama ben uyuyamamıştım. channie hyungun odasında kavga ediyorlardı ve senin hakkında konuştuklarını duy-"

jeongin lafını bitiremeden menajerimiz odaya girip sesli bir şekilde adımı söyleyince hepimiz ona döndük.

jeongin'in ağzından lafın gerektiğince önemli kısmını alsam da detayını almamıştım. aklım onda kalırken ona dönüp baktım, başını salladı ve gitmemi işaret etti.

oflayıp ayağa kalktım zorlukla, ayağım ağrıyordu ama yürürken belli etmemeye çalışıyordum.

bu da yürürken biraz götten yemiş gibi görünmeme neden oluyordu ama olsun.

menajerim ile yürüdük, toplantı odasına kadar. odaya geçtiğimde, bang chan, menajeri, ben ve menajerim karşı karşıya oturduk. bang chan ile göz göze gelince gözlerimi kaçırdım, sinirlerim bozuktu ve canım acıyordu.

ve meraklıydım. bang chan ve somi'nin sorunu neydi ve şu an neden buradaydık?

park jinyoung pd-nim odaya girdi, selamlaştıktan sonra karşımıza oturdu.

"çocuklar," dedi ve telefonunu masaya bıraktı. "uzatmadan konuya gireyim."

"son iki aydır şirket ve şirket ile alakalı konulardan en çok tıklanan konuyu biliyorsunuz,"

chan ve ben.

kamera önünde yan yana her gelişimizde tonlarca makale, analiz, editler görüyordum.

umarım korktuğum da gelmeyecekti başıma.

"başta bu görev lee know ve han'a verilecekti ama o kadar yakınlar ki fanlarınız artık onların yakın temaslarına bile şaşırmıyor."

kaşlarımı çatmıştım pd-nim'i dinlerken. hadi ama, istemiyordum bu görevi.

"fan servis çifti olacaksınız. kamera önünde yakın etkileşimde olacaksınız. bu laflarım şirketin dışına taşınmayacak," bana döndü büyüttüğü gözleriyle ve doğrulttuğu işaret parmağıyla. "özellikle sevgiline, seungmin. ayrılın demeyeceğim ama ağzının fermuarını iyi çek."

sonra chan'a döndü. "itiraz istemiyorum."

iç çektim sıkıntıyla, duyduklarımı idrak edemiyordum. aynı evin farklı odalarında kalmaya tahammülüm yoktu, değil yakın temas.

"iyi günler dilerim." yüzüne keyifli bir gülümseme takınarak çıktı pd-nim. menajerlerimiz de çıkınca baş başa kaldık. dirseklerimi beyaz toplantı masasına yaslayarak alnımı ovdum, sinirden gözlerim dolmuştu. 

ya gün içindeki sıkıntılar ve canımın yanması üst üste geldiği için duygusallaşmıştım ya da sadece bu görev dolayısıyla ağlıyordum -ki bunu da kendime yediremiyordum.

ilk seçenek daha mantıklı geliyordu.

kollarımın arasına başımı gömüp masaya yasladım kendimi, sinirden akan gözlerimi saklama adına. aslında duygularımı göz yaşlarıma kolayca yansıtan bir insandım ama bunu saklamayı tercih ediyordum, kırılgan görünmek istemiyordum.

chan'ın iç çekişini duydum, bir şey konuşmamasını umuyordum. ağladığımı fark etmemeliydi. eline bir malzeme daha çıkardı yoksa.

"seni incittim mi?" chan'dan taraf yükselen ses ile düzenli ve hafif nefes almaya çalıştım, sesimi çıkarmadım.

"fiziksel olarak." diye ekledi. konuşmasına ekleme yapınca cevap bekleyişi daha da bariz oluyordu ve ona cevap verme konusunda daha da baskı altında hissediyordum, daha çok bozuluyordu sinirim.

biraz bekledi. biraz değil, beş dakikaya yakın bekledi, ben de sessizce ağladım. beş dakika sonra karşımda hareketlilik hissettim, sonra ayak sesleri. yerinden kalkıp kapıya yürümüştü.

"eğer incittiysem özür dilerim." dedi, omuz silktim sinirle. yüzümü de görmüyordu, ağladığımı da.

çocuksu tavrıma siniri bozulmuş olacak ki, kapıyı çarpıp çıkmadan önce sessizce mırıldandı.

"incitmediysem de amını yurdunu sikeyim."

arkadaslar yine slm 🫦
uzun bölüm yazamamak diyince de ben 🙏🏻 ama olsun asıl konumuza geldiysek bu saatten sonrası su gibi ilerlicek 👍🏻

bi sonraki bölğmde görüsürüz ‼️

fan servis, chanminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin