Jisung kafasını sevgilisinin boynuna gömdü, tam o sırada ise kapı çaldı.
''Aç şu kapıyı lanet olası şey, konuştuklarınızın hepsini duydum!''
İkili birbirine bakıyordu ve ne yapmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Jisung odanın içindeki banyoya saklayabilirdi Minho'yu, lakin adam konuşmaları duymuş direk. 'Paşa paşa açacağız' diye geçirdi Jisung içinden ve kapıyı açtı. Adam ikiliye sinirli gözlerle bakıyordu ve bu sırada ikili de kaderlerine yanıyordu. Ölmek için mi doğdular? Ya da acı çekmek için mi? bu iki seçenekten birinin olduğu kesindi. ''Hey sen,'' Adam Minho'yu işaret etti. ''Onun yanına sen geldin değil mi?'' Minho yumruklarını sıkmıştı. Adama bir tane geçirmemek için kendisiyle savaş veriyordu. Jisung bunu fark edip sevgilisinin elini tuttu ve güven verircesine okşadı parmakları sevgilisinin elini. ''Evet, ben gittim onun yanına.'' Adam küçümser bir bakış attı ve konuşmaya başladı. ''Eğer katilliğine güveniyorsan, hiç güvenme bile. Bu gemide kaç kişiyiz siz biliyor musunuz? Ölseniz kimsenin haberi bile olmaz. Bu yüzden ...'' Adam cümlesinin devamını getirmeden Minho'yu kendi yanına çekti. '' ... Ayrı kalacaksınız. Ola ki aksini görürsem, ikinizin de kanını akıtırım.'' Minho'yu kolundan sürükleye sürükleye odasına götürdü o adam. Kaç yaşına gelmiş Lee Minho, sinirden hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu şu an. Sevdiği ile kafasını dinleyebilmek için ülkesinden kaçtı ve işler şu an da daha da kötü.
Odasının kapısını kilitledi ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Çok sert biri gibi dursa da, içten bir o kadar da enkazdı. Onun umut ışığı Jisung iken, o umuduna sarılamıyordu bile. Şimdi bir de siz düşünün; Sevdiğiniz kişiyi kurtarmak için masum diyebileceğimiz bir cinayet işlediniz ve bu planı kurdunuz, lakin umut ışığınıza yaklaşmanıza izniniz bile yok. Sizce de bu hayat haram olmaz mıydı size? Olurdu değil mi. Minho da böyle hissediyordu işte.
Demek ki, Dolunay evresi bile yarım kalırmış bazen. Bir anda iki tarafta İlk dördün ve Son dördün evresine dönüşebilirmiş.
Bir plan yapması gerekiyordu, böyle olmazdı ona göre, lakin kafasında hiç bir plan yoktu. Delirmenin eşiğindeydi, böyle giderse sonu erken gelecekti ikisinin de.
Aradan saatler geçti ve adam Jisung'un odasına gitti. Jisung kapıyı araladı ve adama baktı, ''Buyurun?'' Dedi sorarcasına. ''Benimle gel.'' Jisung kafasını salladı ve adamın gittiği yönü takip etti. Sanırım bir şeyler yapması için görev verecekti. İşler Jisung'un düşündüğü gibi olmadı, aksine açtıkları kapının ardında hiç bir şey yoktu, bomboş bir odaydı. ''İçeri geç.'' Bu durum karşısında Jisung işkillendi ve bir soru sordu adama, ''Neden boş bir odaya girmemi istiyorsunuz ki?'' Adam istifini bozmadan konuştu. ''Gir içeri.'' Bu sefer Jisung içeri girdi ve adam da girdi içeriye. Kapıyı kilitledi ve bedenini Jisung'a döndürdü. ''Bulunduğum ortamda bir piçin olmasını istemem.''
Dedi ve Jisung'a bir tekme attı ve hemen eğilip Jisung'un ağzını kapattı. ''Eğer bağıracak olursan, kimse seni kurtarmaya gelmeyecek. Eğer ağlayacak olursan, kimse seni susturmayacak. Çünkü kimsenin bu odada çürüyeceğinden haberi olmayacak.'' Jisung karnını tutuyordu, korku bedenini sarmış, karanlığa ve paniğe gömüyordu bedeni neredeyse. Dolu gözleriyle baktı adama, dudaklarından bir kaç kelime döküldü acı ile. ''Neden yapıyosun bunu?'' Adam alay eder şekilde güldü ve cevapladı dermansız bedenin sorusunu, ''Neden yapmayayım ki, sizin gibi gayler insan değil hayvan!'' Adam bir tekme daha attı Jisung'a, ve saatlerce dövdü o odada onu. Jisung'un ağzı yüzü kan içindeydi, uzun süredir hiç hissetmediği bir duyguyu hissetti. Yalnızlık. Evet, yalnızlık ve çaresizlikti bu duygu. Yanında sevgilisi olduğundan beri bunların hiç birini hissetmiyordu, ama şu an eski benliğine dönmüştü. Asıl benliğindeki karanlık onu kendi cehennemine geri çağırıyordu, hissedebiliyordu bunu. O geri dönmek istemiyordu, hem de hiç istemiyordu. Yalvarıyordu kendine gemide kaldığı her bir gece, asıl benliğine dönmemek için. Nefret ediyordu kendinden, kaybeden olmaktan. Hiç bir zaman kahraman olamayacak, hemen unutulup gidecekti belki. Ağlaya ağlaya haykırmak istiyordu benliğini, ona dönüşüyordu şu an, hiç istemediği o benliğine.
1 Hafta geçti aradan, işler daha da kötüye gidiyordu. 2 saat aralıksız dayak yiyip, bir de üstüne titreyen elleri ile soğan patates soyuyordu o travmalarla Jisung. Minho'ya bakacak olursak, Minho'ya bilerek bir şey yapmıyorlardı, zaten Jisung'un çığlıklarını duyarak delirdiğini biliyorlardı çünkü. Elinden hiç bir şey gelmiyor, sadece dua ediyordu. Kaç gündür görememişti biriciğinin yüzünü, ne haldeydi? biriciğinin yaralarına merhem sürebilecek kimse yoktu yanında, biliyordu bunu Minho. Her gece, sabah olması ve biriciğinin acılarının bitmesi için dua ediyor, hıçkırıklara boğuluyordu lakin hiç bir şey olmuyordu. Neydi bu yaşadıkları? talihsizliğin vücut bulmuş hali idi bu ikili.
-Bölüm Sonu-
ne bakion lan bölüm bitti hadi bb.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim İlk ve Son Baharım 🌼🍂
FanfictionLee Minho, Han Jisung uğruna katil olduğu için yaşadığı ülkeden kaçması gerekiyordu fakat Han Jisung'un onu tek bırakmaya hiç niyeti yoktu. İkiside kaçak bir şekilde ülkeden kaçacaklardı. İkili nasıl maceralar veya dramlar yaşayacaktı?