"Yani durum bu hyung."
Minho hyung beni içeri aldığından beri heyecandan yerimde duramıyordum, bunu fark etmiş olacak ki beni omuzlarımdan tutup kanepeye oturttu ve yanıma oturdu. Eve girdiğimiz gibi yanımızda biten kedileri ise kanepede kıvrılmış uyuyordu, bir tanesi ise kucağımdaydı. "seni dinliyorum." dedikten sonra derin bir nefes almış ve her şeyi anlatmıştım.
"Demek öyle..." dedi Minho, düşünceliydi.
"Sevinmedin mi?" dedim gözlerinde bir ufak bile olsa mutluluk kırıntısı ararken. O da bana istediğimi verdi ve gözlerinin içi ışıldayarak gülümsedi.
Bu adamın gözlerine yıldızları sığdırdığına yemin edebilirdim.
"Sevindim Jisung, sadece biraz başım ağrıyor." dedi gülerek. Gülümseyerek ona baktım, içmişti belliydi zaten gelen kokudan. "Yarın sergi var ya, dertlendim biraz."
Derin bir nefes verdikten sonra elini saçlarıma attı ve okşadı nazikçe. "Beni her seferinde şaşırtmayı başarıyorsun."
Boğazım kurudu. Böyle yakınımda olması, kalın sesi ve saçlarımı okşaması midemin kasılmasına sebep oluyordu.
"Kabul edeceksin değil mi? Haftasonu gelsin görsün, o zamana kadar heykel üzerinde çalışırız."
"Çalışırız?" dedi Minho yüzündeki tebessümü bozmadan hala saçlarımı okşarken.
"Çalışırız tabi, seni yalnız bırakacağımı mı sanıyorsun hyung?" dedim aynı şekilde gülerek.
Minho elini saçlarımdan çekti ve alnını omzuma yasladı. Yorgun olmalıydı, bedeni bile ağırlaşmıştı. Bir süre böyle kalmasına izin verdim ve elimi saçlarına götürerek zaten okşadım ipek tutamlarını. Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama yavaş yavaş düzene giren nefesi uykunun habercisiydi. Roller değişmişti herhalde, kıç toplama sırası bana gelmişti. Kucağımdaki kediyi hafifçe dürtüp diğerlerinin yanına kıvrılmasını sağladıktan sonra Minho'yu sırtından destekleyerek doğrulttum. Kollarının altından tutarak bana yaslanmasını sağladım ve bedeni altında ezilmemeye çalışarak onu yatağına götürdüm.
"Şimdi ben seni soysam dert soymasam ayrı dert." dedim kendi kendime. Üstündeki deri ceketi çıkarttıktan sonra kollarını tutarken hissettiğim sertlikle yutkundum. Kolları çok kaslı değildi ama yapılıydı. Üstündeki tişörtü çıkartırken belirgin karın kaslarına bakmamaya çalıştım, bu durumdayken kendimi kötü hissederdim bön bön bakarsam. Yataktan kalkıp dolabından pijamalarını çıkarttım ve üstüne rahat bir tişört giydirdim. Bahar aylarında olduğumuzdan hava biraz ısınmıştı ve böyle yatmasında sorun görmemiştim. Altındaki pantolona davranmadan önce gözlerimi kaçırarak uğraşlar sonucunda düğmesini çözmüş ve pantolonunu indirmiştim. Pijamayı giydirirken ona bakmadan bu işin olmayacağını fark ettim, ahlak değerlerini siktir edip pijama altını beline kadar çektim. Önemli olan bön bön bakmamaktı ya, artık gözümün iç çamaşırından belli olan büyüklüğe çarpmaması imkansızdı zaten. Yine de oraya fazla odaklanmadım, içimdeki minik ahlak bekçisi beni azarlarken baygın bir herifin vücudunu dikizlemenin doğru olmadığını çığırıyordu kafamın içinde.
İşim bittiğinde oyalanmadan odadan çıktım. Oturma odasına geçtiğimde kanepede birbirlerine sokulup uyuyan kedilerin yanında yer edinmiş ve başımın altına bir yastık alıp uzanarak bakışlarımı tavana sabitlemiştim. Uzun zaman sonra tekrar şahit olduğum, gözlerime şenlik ettiren o tebessüm aklımda geldikçe dudaklarım kıvrılıyor, bedenimi heyecan kaplıyordu.
Özlemiştim, hem de çok özlemiştim. İşin garip tarafı bir çıkış yolu açmıştı evren bana ve bu yolun ucu Yeonjun'a çıkıyordu. Belki de ona teşekkür etmeliydim. Bunları düşünürken başımı salladım, abartma dedim kendi kendime. Gözlerimi kapatarak kendimi uykunun kollarına bırakmadan önce acaba dedim, acaba Yeonjun tüm midemi üstüne bıraktığım için hala bana kızgın mıdır?
🗽
Sabah ışıklarıyla gözlerimi açtığımda beni ilk karşılaşayan şey mutfak tarafından gelen güzel kokular olmuştu. Evet, patatesli yumurta kokuyordu. Uyku sersemliğiyle gözlerimi dahi açamazken ayaklarım nefsime yenik düşerek bedenimi mutfağa sürüklemişti. Minho sırtı dönük ocak başında yumurtayla uğraşıyordu, gözlerim çapaklı uykudan yeni uyandığım için kısık ve sersemlemiş bir şekilde izliyordum onu. Usul usul yaklaştım ve arkasına geçerek alnımı omzuna yasladım.
"Günaydın, kokuya geldin herhalde."
"Ben gelmedim, ayaklarım getirdi. Ben hala uyuyorum."
Minho'nun tatlı gülüşü kulaklarıma dolarken çatalla kestiği bir parçaya üfledikten sonra dudaklarıma yaklaştırdı, uzanıp ağzıma aldım yumurtayı. Özlediğim tatla ağzım bayram ederken hızlıca çiğneyip yuttum ve esnedim.
"Güzel mi?"
"Anneminkinden sonra yediğim en iyi patatesli yumurta."
Bu itirafım üzerine çatalı tezgaha bıraktı ve ocağın altını kapatıp bana döndü. Dönmesiyle sırtından ayrılan başımı göğsüne yaslamıştım, onun da eli saçlarımda yer edinmişti. Saçlarımla oynarken ben gözlerimi kapatmış, bu anın tadını çıkarıyordum. Saçlarımdan kayan eli çenemi buldu ve başımı kaldırdığında ona bakmak için gözlerimi açtım. O yüzümü inceledi ve omuzlarımdan tutup üstüne yığdığım bedenimi doğrulttu. "Hadi git elini yüzünü yıka da kahvaltıya gel."
Uykudan dolayı şişen dudaklarımı büzerek başımı salladım ve ayaklarımı süreyerek lavaboya ilerledim. Aynadan şahit olduğum görüntümle esneyip yüzümü yıkadım ve saçlarımı düzelttim. Kurumuş dudaklarımı ıslattıktan sonra vücudumu esnetip lavabodan çıktım ve tekrar mutfağa ilerledim. Minho masanın başında oturmaya hazır bekliyordu beni ve bu sahne bana dejavu yaşatmıştı.
Yeonjun'un partisinden dönmüş geceden kalma bir Han Jisung ve ona sinirli olan Lee Minho aynı masada patatesli yumurta yiyor.
Roller değişmiş olsa da ne hikmetse geceden kalma olan o değil de ben gibiydim, o erkenden uyanıp kahvaltıyı hazırlamış beni bekliyordu. O günkü gibi karşılıklı sandalyelerde oturduk ve ben önümdeki tavada bana göz kırpan patatesli yumurtadan aldım biraz tabağıma. Ağzıma aldığım ilk çatalla içime bir huzur çökmüştü resmen, lezzetli yemekler zaafımdı. Ağzıma doldurduğum yumurtayı yerken Minho'nun bakışlarını üzerimde hissetmemle ona döndüm, gülerek bakıyordu bana.
"Neden gülüyorsun hyung?"
"Yanakların." dedi kendi yanaklarını işaret ederek benimkileri ima etti. "Yemek yerken çok tatlı oluyorlar, sincaba benziyorsun."
"Uğraşma benimle." dedim ağzımdakini çiğneyip yuttuktan sonra. "Yemeğini ye hyung."
Yemeğe sessiz bir şekilde devam ederken tabağımdaki son lokmayı da yedikten sonra mırıldandım. "Affettin mi beni?"
"Zaten affetmiştim ya Jisung." dedi Minho bana bakmadan yemeğini yerken.
"Barıştık dedin ama pek de barışmış gibi değildin. Sanki küs olmayalım ama yakın da olmayalım gibi. İki yabancı olmuştuk seninle."
Minho da yemeğini bitirdikten sonra bana baktı ve başını salladı. "Doğru. Dil yalan söyleyebilir ama kalp söyleyemez. Lafta seni affetmiştim ama kırgındım."
"Şu an değilsin ama değil mi?"
"Değilim merak etme." dedi Minho gülerek. "Arkadaşın ne zaman gelecekmiş?"
"Hafta sonu dedi ama... ben sorarım ona." dedim aceleyle. "Sen hiç merak etme hyung ben halledicem."
"Ona ne şüphe." dedi Minho yüzündeki alaycı sırıtışla.
"Ciddiyim hyung. Gelecekler ve heykeli beğenecekler. Ve sen o serginin gözdesi olacaksın."
Minho bir süre sonra bana baktı, bir şey demedi sadece baktı. Ne hissettiğini çözemedim, sonrasında dudaklarında bir tebessüm belirdi ve mırıldandı.
"Başlasak iyi olur, onlar gelene kadar en iyi şekle sokalım heykeli."
13 bölümdür şu heykeli bi türlü bitiremedik ya ben de başka bişi demiyorum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
little accident | minsung
FanfictionJisung'un yaptığı en tatlı hata aşık olacağı adam Lee Minho'nun aylarca çalıştığı heykeli mahvetmekti.