atlas okyanusu

77 10 13
                                    



;


meryem'in oğlu benim efendimdir, sefaletten kurtardım seni.

yaslandığım balkondan gri duvarlarını seçebildiğim katedrali seyrederken zihnimde beliriyor geçen gün bir kilise duvarında okuduğum bu cümle. sigaramı tutuşturacağım vakit ilahi sesleri doluyor kulaklarıma.

nefret ederim ben ilahilerden. tanrının sözlerine kanmayı ve avukatlığını yapmayı yıllar önce bırakmıştım.

şanslıyım ki, taehyung filtre kahvesinin sıcaklığı ile bedenini ısıtmayı denerken balkona çıkıyor ve tüm ilgimi kendine çekiyor. bir de yok muydu sanki koca evrendeki tek güzel ve en güzel şey kendisi değilmiş gibi ona bakmam için yalvarması, vücudunun yeryüzündeki tüm incilerin zerafetini çalmış gibi parlaması.

uykunun verdiği mahmurluk ile ayakta oyalanıp durur ve sallanırken yerel gazetenin haftasonu bulmacalarını çözmeye girişiyor. fakat bugün günlerden salı.

sol elinin parmakları arasında kilisesinin ona verdiği bir zincir var, ucunda haç sembolü olan. parmak uçları metal üzerinde gidip gelirken çatlamış ve kızarmış dudaklarını ıslatıyor diliyle. bunu öyle usulca yapıyor ki, bir anlığına her şeyi unutup sırf ben izliyorum diye böylesine cezbedici yaptığını düşünecektim.

bölmek istemem kendimi ama, bu hayal dünyasında yaşamaktan başka bir şey olmazdı.

"taehyung, huzurlu bir gecen olsun diye sesimi duyurdum tanrılara. işe yaramış mı?"

dudaklarıma ufak ve belli belirsiz bir tebessüm peydahlanırken onu izlemeyi sürdürüyor ve tepkisini ölçmeyi deniyorum.

"korkarım ki bu mümkün değil. senin gibi bir adamın elinden gelecek tek hamle iblisleriyle kabuslarımı boyamak olur."

onun konuşması ardından sohbetimize kıkırtılarım dahil oluyor, biliyorum bu çok arsızca. ama kendimi tutamıyorum çünkü belki de haftalar sonra ilk defa benimle iletişime geçiyor ve söyledikleri komiğime gidiyor.

duygularım iç içe geçmiş durumda ve özgürlüğüme yeni kavuşmuş gibi hissediyorum, sesi bir süre daha tekrar ediyor zihnimin odalarında. onun her sözcüğünün altını çiziyor ve yıldızlıyorum, çünkü zehir olsa öpeceğim dudakları arasından çıktı bu sözcükler.

"kalbime hançerler sapladın bu sözlerin ile. nasıl affedeceğim ben şimdi seni?" lafımı bitirmem ile omuz silkmişti umarsızca, kıstığı gözleri ile bulmacanın aşağıdan yukarıya olan satırlarını çözmeye geçmişti beni takmadan. içimden onu kötülüyorum, bazen çok acımasız oluyordu kim taehyung.

tek taraflı bir diyaloğa dönüşsün istemiyordum bu an fakat dikkati çok çabuk dağılıyordu, çoktan düşüncelerinin arasına dalmıştı.

taehyung ne düşünürdü? bilmezdim fakat tahmin etmesi zorlamazdı insanı. eğer gökyüzüne bakarken gözlerinin içinde yeşeren parıltıyı doğru yorumluyor isem, trende tanıştığı küçük bir kızın ona yol arkadaşlığı ettiğini ya da annesinin intiharını düşünüyor olabilirdi. bilirsiniz, bazı insanlar içinde biriken öfkeyle etrafındakileri yakmak isterken kendini yakardı yalnızca.

onun zihninin harabeleri arasında yolculuğa çıkarken, sizi ilk kavşakta okul anıları karşılardı. katolik lisesine gönderilmiş bir hava seziyordum. sessizdi, göz teması kurmazdı çoğunlukla ve korkaktı bana kalırsa. düşüncelerim dile gelse bu cümlelere sinirlenebilirdi fakat gerçek buydu işte, ben ne yapayım?

bir müddet anılarının hırçın dalgaları dövüyor beni ve ısrarla oradan ayrılmam için kıyıya sürüklüyor bedenimi, dizlerim parçalanıp kanıyor hatta ben yeniden suya sokarken bedenimi. atlas okyanusundayım sanki, lacivertin en koyularını gönderiyor üzerime ve çeneme kadar batıyorum. martılar uçuyor tepemde ve leş yiyici gibiler, çığlık çığlığa yankılanıyor sesleri. hepsi oradan ayrılmam için birleşmiş, bana oyun oynuyorlar.

fakat ben dizlerimin kanıyla koşarken umursamıyorum bile çıplak ayağımın altında cam kırıkları gibi hissettiren yakıcı kum tanelerini. çünkü taehyung'un kıyılarında yüzüyorum. ondan izinsiz girmem büyük hata, hiç meşru değil. vücudum birkaç dakika içerisinde yırtıcılara yem olabilir. neye yarar ki? ben taehyung'a karışmayı deli gibi istiyorum.

bütün hücrelerimi en başından onunla beraber var etmek istiyorum.

tanrısal nefesini boynuma üflesin ve beni diriltsin istiyorum.

tanrı demişken, ona anlatmak istediğim efsaneler beliriyor zihnimde. o da sanki bunu hissetmiş gibi saliseliğine de olsa benden tarafa bakıyor, kahvesi bitmiş ve bekliyor. içimi mi okumaya çalışıyor yoksa?

aptal gibi sırıtıyorum bu düşünceme ama onu bekletmek istemediğimden aralıyorum hemen dudaklarımı, "apollon'u sever misin taehyung?"

tepkisiz kalıyor. çehresi öyle durgun ki, aşağı kata inip onu öpesim ve şaşırtasım geliyor. biraz renk gelsin diye suratına.

o benim gibi yunan tanrılarını yad etmezdi, hazreti isa'ya dua ederdi. ve ben bunun sebebini çok iyi bilirdim, düşünün bir, aslında oldukça basit. herkes tutunmak istiyor ilahi varlıklara ve kendine en uygununu seçiyor. taehyung ölümlerin arasında büyümüş bir bedendi ve bana kalırsa, isa'nın ölüleri diriltme yetkisine hayrandı. annesini geri getirmesini diliyordu ondan her gece.

bunları nasıl bildiğimi sormayın, cevapsız bırakacağım. ben sadece onu anlıyorum ki bu tüm kutsal kitaplardan daha yücedir. isa'nın mucizelerinin gerçek olması durumundan daha az olanaklıdır hatta. çünkü iki insanın birbirini anlaması, inanın bana, o ruhlar birbirine kaderin ağları ile bağlanmış değil ise çok zordur.

sorum yanıtsız kalınca, "neyse, bırakalım apollon'u. seni aylardır ilk defa iyi bir ruh halinde bulmuşum, daha derin sohbetlere girmemiz lazım." diyorum. sanki konuşma süremiz sona ermemiş gibi.

söylerken bunun farkındaydım ama insan umut ediyor işte.

"kiliseye gidiyorum, konuşamayız." açıklama zahmetinde bulunması bile benim için yeni bir şey.

benim ailem dindar değildi, cenaze törenleri dışında kiliseye adım atmamıştım hayatım boyunca. küçükken hep merak ederdim günah çıkarma ayinlerinin nasıl işlediğini ya da ikram edilen şarabın tadını. bunlar aklıma gelince taehyung'un peşinden kiliseye gidesim tutuyor, misafirliğe gidiyormuşçasına.

elinden tutsam beni de götürür mü acaba?

"daha ne kadar trajikomik bir aşk şarkısı gibi davranmayı sürdüreceğiz taehyung?"

"aşktan bahseden tek sensin."

bu doğruydu. taehyung beni sevmezdi. fikrimce, beni kendi peşinde dolaşan o arsız ve utanmaz liseli erkeklerden biri olarak görüyordu.

"balkonuna atlasam yakalamaz mısın yani beni?"

taehyung hiç küfür etmez ama bana siktir git dercesine bakıyor gözlerini devirirken. kötü taehyung, ayıplıyorum seni. yakıştı mı bu kadar güzel satır arasına bu küfür?

merakım bir süre sonra geçiyor bu konuşma üzerine, galiba tek gitmek zorunda kalacak kiliseye.

yine de, neden bunu yaptığını asla anlamıyorum. çünkü taehyung içten içe çok günahkar bir ruhtu. beni kendine aşık ettiği ve bunu karşılıksız bıraktığı için, kanımca gözümdeki en suçlu insan olabilirdi.

bu yüzden taehyung, kendini bir aziz edasıyla göstermeyi bırak ve ikimizi de bu yalana sürükleme,

çünkü aklımda oynadığın piyesler tanrılarınkilerden daha kirli.



;

disapprovalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin