Pınar'ın sonunda gideceği o kutsal haftadaydık. Yani, bir ara gerçekten özel olarak sözleşme falan imzaladılar, kız birleşmeye kadar hiçbir vasfı olmadan bir köşede duracak sanmıştım. Eleme haftasının başında Aysu açık açık Pınar'ın elenmesini istediğini söylemişti. Tabii ki çoğunluğun ortak isteği buydu bana göre, ama takım arkadaşımın elenmesini istediğimi diğer takımın önünde onu düşürecek şekilde söyleyemezdim. Ne olursa olsun yüz yüze bakıyorduk. Zaten bana sarmış olmasaydı, onunla herhangi bir derdim yoktu. Bir kere skalam değildi ki o benim. Her zamanki gibi deniz kenarında yürüyüşe çıkmıştım, bir şeyler düşünüyordum. Sema'nın gitmesi, benim de içinde bulunduğum bir kadının eleneceği potayı. Nefise... Nefise? Evet, Nefise dengesiz, şuursuzun tekiydi bana göre. Ne zaman normal insanlar gibi diyalog kursak, hemen ardından o kavga gününü anımsıyorum. Bana dedikleri o hakaretleri, bana neler ima etmişti? Okay, kin tutmayabilirim. İçimde nefret olmuyor olabilir, ama zaten hissettiğim şeyler bunlarla ilgili değil ki. Zaten ılımlı bir insanım. Dileyeceği bir özür, benim ona karşı olan hislerimi toparlamaya yetebilecekken, onun tenezzül bile etmemesi... Özürü geç elinde olsa tenhaya çağıracak havalarında hep. OF, neyse, ne. Benim bir düellom var şu an. Onu düşünüp moralimi bozamam.
Gece bitmişti ve sonunda babaannem adaya veda etmişti. Nefise'nin ne düşündüğünü ne hissettiğini bilmek istiyordum. Niye böyle bir arzum var bilmiyorum, ama bilmek istiyordum sadece. Pınar'ın elenmesinden önceki hafta Nagi adaya dönmüştü. Tabii ki olaylar tekrar baş göstermeye başlamıştı. Adada yürüyüşe çıkmıştım, son zamanlarda yaptığım başka bir şey var denemez zaten. Ne kadar kimseyle kötü değilim bir takımız imajı vermeye çalışsam bile olmuyordu. Dalga geçer gibi birbirleriyle bakışmaları, kaş göz yapmaları, hepsinin tabii ki farkındaydım, ama onlara istediklerini vermeyecektim. Beni delirtmelerine, bitirmelerine izin vermeyecektim, kararlıydım, güçlü bir kadındım, yapabilirdim. Dün gece Nagi'yle konuşmak istemiştim. Pınar nasıl o kavga günü Nefise'yi doldurduysa, aynı şekilde Nagi'yi de doldurduğundan emindim. Aslında zeki kadınlardı, hepsi. Nasıl Pınar gibi birisinin dostluk adı altında akıllarına girmesine izin verdiklerini anlayamıyordum. Kızlar barakasına ilerliyordum ki Nagi de bana doğru gelmeye başlamıştı. Orta yerde buluştuk, artık zamanı gelmişti. Geldiğim yola doğru yan yana ilerlemeye başladık, ormanda konuşacaktık. Aramızda uzun bir konuşma geçmişti, hatta duygulanıp ağlamıştı. Ağlayan birini görünce kendimi tutamıyordum, yelkenlerimi suya indirmiştim, onu da anlıyordum galiba. Neyse, Nagi'yle yaşanan konuşma bence bir şeyleri netlemiştir diye düşünüyordum, daha doğrusu umuyordum. Ben hala adadaki sarı yılandım, kendimi aklamak için bir şey yapmıyordum. Zaten aklanmaya ihtiyacım olduğunu da hissetmiyordum. Ben kimseden daha fazla dedikodu yapmadım, ya da onlar benden daha az ikiyüzlü insanlar değiller. Benim yılan olduğum bu doğal habitatta, onlar sevimli civcivler veya kuzular gibi dolaşmıyorlar, hepsi en az benim kadar tehlikeli, hepsi de bunun farkında zaten. Benim olayım sadece tanrılar bir kurban istemişti, onlar da en işlerine geleni öne atmışlardı.
Çok yalnızdım, iliklerime kadar hissettiğim bir yalnızlığın içinde çaresizce sıkışıp kalmıştım. Hak etmiş miydim? Ne olursa olsun, hayır. Tamam, belki herkesle kuytu köşelerde herkes hakkında konuşmuş olabilirdim. Tamam, belki herkese farklı konuşmuş olabilirdim, ama yani abartıyorlar bence... Gizem bugün bana sırf bir pilav için bağırdı, resmen. Hayırdır yani, ne bu tavır? Canın ciğerindim düne kadar? Çoğunluk neredeyse o tarafta olan silik karakterlerdenmiş meğer Gizem de. Bu artık son nokta olmuştu benim için. Hakkımda konuşup gülüştüklerini duyuyordum, bana tavırları, bakışları, her şeyi hissediyordum zaten. Çok doluydum, ne kadar önemsiz olsa bile bu bardağı taşırmaya yetecek bir damla olmuştu. Sinir krizi geçirmiştim resmen, kendimden geçmiştim, nefes alamıyordum. Sağ olsun doktorumuz inisiyatif kullanıp rapor vermişti. Takım umrumda değildi, ben de onların umrunda değildim sonuçta. Bensiz çok iyiler, çok mutlular ya, daha iyi olmuştur onlar için. Sağlık çadırında aldığım sakinleştiricilerin etkisiyle kendimi derin bir uykuya bırakmıştım. Akşam olduğunda konseyde toplanmıştık, bizim takım kazanmış. Onlar adına sevinmiştim sonuçta sırf bir hafta daha kendilerini garantilemek için yapmayacakları şey olmayan insanlar topluluğuydu onlar bana göre. Gizem'i görememiştim ama karşı takımın suratı sirke satıyordu. Bizim takım da kazanmalarına rağmen çok mutlu gözükmüyorlardı. Konsey başladığında öğrendim Gizem'in sakatlandığını. İçimden ne olmuş olursa olsun tüm iyi dileklerimi yolladım ona. Ben kötü bir insan değildim. Konu, benim bugün oyunda olmayışıma gelmişti. Kendi takımımın üstüne bir de karşı takımdan tepki yediğimi gördüm. Niye bu kadar korkuyorlarsa zaten, her seferinde yazacakları bir Hakan, bir Yaman var ellerinin altında. Yalandan bir tepki olarak geliyor bu bana. Hakkımda söylenen her şeye kısaca soğukkanlılıkla cevap verdim. Beni bu saatten sonra kimse delirtemezdi, hissizleşmiştim. Hiçbirinin ne dediği artık umrumda olamayacaktı derken, yine kendimi Nefise'yle atışırken buldum. Nedir bu kızda ki Aleyna yarası, anlamıyorum ya. Neyse ki, bana daha fazla gerek kalmadan Acun Bey cevabını verip susturmuştu onu da. Konseyden çıktığımızda tekneler henüz gelmemişti. Yarım saatlik bir bekleme süresi olduğunu söylemişlerdi. Herkesten uzakta bir köşeye gittim, zaten başka şansım da yoktu. Ki, bakıldığı zaman Yunus Emre vardı, Özgür vardı, Bozok vardı, belki Sercan vardı, ama aslında yoklardı. Yokluklarını hissettiğim kadar varlıklarını hiçbir zaman hissedememiştim. Ben bunları düşünerek denizi izlemeye dalmışken, yanıma çöken bir bedenle irkildim. Yine, ne istiyordu acaba?
Nefise: "Ne oldu bugün öyle?"
Aleyna: "Sana ne Nefise, çok mu umrunda?"
Nefise: "Merak etmiş olamaz mıyım illa umrumda mı olmalı? Ayrıca, sandığın kadar kötü bir insan değilim ben."
Aleyna: "İçeride gayet öyleydin, merak ettiysen orada sorsaydın. Ama sen ne yaptın? Her zamanki gibi pençelerini çıkarmaktan başka bir şey yapmadın."
Son bir kez yüzüne bakıp derin bir nefes aldım ve denizi izlemeye devam ettim. O da cevap vermedi. Bu ıssız gecede sadece nefes seslerimiz vardı. Birden omzumda hissettiğim ağırlık ile soluma döndüm. Nefise uyuya kalmıştı. Fırsattan istifade biraz onu izlemek istedim. Malum, bilinci açıkken onu izlemek, incelemek gibi bir hataya düşsem, Adanalı erkekler gibi 'hayırdır kardeş, neye baktın?' diyip kavga çıkarma ihtimali baya fazla. Bunları düşünürken, o halde onu hayal ettim, hafif bir tebessüm ettim. Sonra hemen toparlanıp etrafıma bakındım. Uyuyan bir Nefise'yi gülerek izleyen bir Aleyna hiç de normal bir sahne olmazdı çünkü, etrafta kimsenin olmadığına emin olduktan sonra çok hissettirmeyecek bir şekilde kafamı Nefise'nin kafasının üstüne koydum. Bunun için özel bir çaba sarf etmiştim, bilmiyorum, belki uyanır da izin vermez yapamam, ya da sorgular diye korkmuştum ama içimde karşı koyamadığım bir his bunu yapmak için can atıyordu, anlamlandıramadığım bir şekilde heyecanlanmıştım sanki. Bunu bozmamak için elimden gelen çabayı sarf etmiştim. Prodüksiyondan birinin bağırmasıyla hemen yerimde dikleştim. Tekneler gelmişti, gitme zamanıydı. Birazdan geleceğimizi söyleyip çalışanı yollamıştım. Nefise hala derin uykuda gibiydi, şu pozisyonda bu kadar rahat ve derin nasıl uyuyabiliyordu aklım almıyordu. Kulağına biraz yaklaşıp fısıldadım
Aleyna: "Nefise, nefise, uyan, hadi gitme zamanı geldi."
Nefise uyku sersemliğiyle gözlerini açtığında çok yakındık, geri çekilecek zaman bırakmamıştı bana. Allah kahretsin, refleksle geri çekilmeye çalışırken uykudan yeni uyanmanın verdiği sersemlikle dengesini kaybedip düşmüştü. Düşerken tabi beni de düşürmeyi ihmal etmemişti. Az önce bir yerlerde içimdeki heyecandan bahsetmiştim galiba, hatırlıyor musunuz? Unutun onu, çünkü o heyecansa, şu an hissettiğimin ne olduğunu öğrenmek bile istemiyordum. Teninin tenime değdiği yerler, bu denli soğuk rüzgarlı bir gecede bile sanki alev almış gibi yanıyordu. Yüzümün ne halde olduğunu bilmek bile istemiyordum. Bir dakika, bir dakika. Nefise, az önce de kıpkırmızı mıydı? Umarım değildir, en azından içinde bulunduğumuz durumu eşit hislerle paylaşıyor oluşumuz beni rahatlatırdı, belki. Kitlenmiş gibiydik, küçük bir el kayması resmen iki koca insanı kilitlemişti. Hareket edebilirdik hatta tek hareketle ayağa kalkabilirdik ama bir şeyler sanki izin vermiyordu buna. Bu arada Nefise'yi uyurken izlemek ile uyanıkken o da beni izliyorken izlemek arasındaki farkı çok net anlamıştım. Tekrar prodüksiyonun sesi gelince, sanki küçük bir çocuk mutfakta her tarafı çikolata yapmışta ne yapacağına karar veremeyerek yere bakıp düşünürken annesinin sesini duymasıyla irkilmesi gibi irkilmiştik, yakalanmış gibiydik. Saniyesinde ayağa kalkmıştık. Tabi bir daha bırakın göz göze gelmeyi, birbirimizin ayak ucuna dahi bakamıyorduk. İkimiz de biliyorduk çünkü az önce olanların normal olmadığını, tuhaf belirsiz bir durumun içerisinde olduğumuzu.