2~TAŞIMA KAMYONU

59 32 12
                                    


Sabah güneşin yeni doğduğu vakitlerde çıkan sesler, benim gibi uykusu hafif birinin uyanması için yeterdi. Bir aracın geri geri giderken çıkardığı sensör sesleri, daha önce duymadığım adam bağırışları... Yatağımdan söylene söylene kalkmak artık günlük rutinlerim arasındaydı. Bir gün alarmın tiz sesiyle, başka gün alarmın çalmamış olmasıyla, bugün ise adam bağırışlarıyla uyanmak yataktan söylenerek çıkmama sebepti. 

Benimle aynı odayı paylaşan elemana baktım. Sakince mırıldanıyordu. Benim aksime duyduğu seslere aldırış etmemiş gördüğü rüyasına ara vermeden devam ediyordu, Betül. Uyurken bile sakin ve zarif görünüyordu. Koyu kahverengi düz saçları yastığına dağılmıştı. Ben, onun gibi uyumadığıma emindim. Bazen yatakta ters dönmüş şekilde bile uyanabiliyordum ya da yastığım kollarımın ve bacaklarımın arasına sıkışmış bir şekilde de.

Odadan çıktığımda karşımda geniş salonda telefonuyla oynayan Hilal vardı. Alışılmış bir plan olmasa da evimizin koridoru yoktu. Geniş bir salona çıkan bir kaç kapı vardı. Bu kapılardan biri Betül ile benim odama, diğeri Hilal ile Ayçil'in odasına, geriye kalanlar ise çalışma odasına, mutfağa çıkıyordu.

''Sen uyumadın mı?'' diye sorduğumda Hilal kafasını iki yana salladı. Uykusunu almadığını anlamak için kör olmak gerekiyordu. Gözlerinin altındaki şişliğe, ruhsuz bakan gözlerine, solgun tenine alışmıştım. Her zaman olmasa da çoğu sabah böyleydi.

''Yine aynı kabusu mu gördün?'' Bu soruyu utanarak sordum. Bu konu hakkında konuşmayı sevmiyordu fakat konuşmadan da aklındakilerin hiçbir yere gitmeyeceğini ikimizde biliyorduk.

''İnanır mısın bilmem ama bu sefer kabusumdan sıçrayarak değil dışarıdaki tombul amcanın bağrışıyla uyandım. 'Halil bir el at şuna!', 'Bu apartmanda asansör niye yok? Hay ben böyle mimarın çizeceği planı s...'' Hilal, dışarıdaki adamın taklidini biraz abartınca elimle sözünü kestim. Ancak gülmeden de edemedim.

''Sanırım dışarıdaki tombul amcaya senin kabusunu böldüğü için teşekkür etmeliyiz, ne dersin?''  Ne denirdi bu duruma? İzahı olmayan şeylerin mizahı olur, mu? 

Hilal, bize ne kadar gördüğü şeylerden bahsetmese de çoğu zaman kabus gördüğünü hepimiz biliyorduk. İlk zamanlar bize anlatması için ısrar ettik fakat daha sonra onun kötü hissetmemesi için üzerine gitmeden yanında olduğumuzu hissettirdik. Eskisi gibi kabus sayısı çok değildi. Yavaş yavaş zihnindeki düşünceler onu bırakıyordu. Anlatması onun için daha iyi olabilirdi ama o kendi zihniyle tek başına savaşmak istiyordu.

''İzin ver de teşekkürü ben edeyim yoksa sen adama duyduğum küfürlerden bir kaçını sayacak gibi duruyorsun.'' Hilal, dediklerinde haklıydı. O teşekkür etsin , ben de biraz söveyim. Hafta sonu olmasını geçtim, sabah daha güneş mahalleyi selamlamadan önce adamların bağırıp uyku bölmesi hiç hoş değildi.

''Hiçte bile! Ben gayet kibar ve hanımefendi bir kızım. O duyduğun küfürleri ağzıma almam.'' diye inkar ettiğimde Hilal küçük bir kahkaha attı. Eminim şuan aklında daha önceki ağzımdan kaçan küfürler vardı.

''Her neyse bu senin taklidini yaptığın tombul amca kimmiş?'' 

''Bilmem sormadım. Ben, senin uyanacağını bildiğimden beraber bakarız diye bekledim.'' Kurduğu bu cümleye ek olarak saf bir çocuk gibi gülümsedi. Gözlüğü olmadığı için küçük görünen gözleri, gülümsediğinde daha bir kısıldı.

Gülümsemesine karşılık vererek elimle ona kalkmasını işaret ettim. Koltuğun kenarında duran gözlüğünü taktığında mutfağa ilerledik. Pencereden de bakabilirdik ama biz balkonu tercih ettik. Yaz mevsimine yaklaşmış olmamıza rağmen sabahın ferahlığı bedenimi titretti. Yanımda duran Hilal'e baktım. Üzerinde siyah eşofman takımı vardı, bakışlarım kendi üzerime dönünce... Bu ne Nevra? Hay, ben zevkime... Tamam ben kibar ve hanımefendi biriyim, küfür yok. Üzerimde sarı, civciv desenli saçma bir eşofman takımı vardı.

YAN DAİREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin