BÖLÜM 2

11 3 4
                                    

Teleskobu bilgisayara da bağladıktan sonra ilk etapta zorluk yaşamayayım diye aya yönelttim. Etrafta ışıklar olsa da ayı net şekilde görebiliyordum. Tabi bunu bulut olmamasına ve de uğurlu gömleğime borçluydum. Genç kız yataktan kalkarak ''Ben de bakabilir miyim?'' dedi. Dört yıl bekledim, biraz daha beklerim düşüncesiyle kenara çekildim ve ayın kreterlerine odakladım. Kız gerçekten hayret mi ediyordu yoksa benden mi etkilenmişti emin değilim fakat fark etmezdi. Teleskoba bakarken elini elimin üstüne koyuşu ve uzun tırnaklarıyla derimi hafifçe çizmesi gözümden kaçmamıştı. Nesrin, ellerini bağlamış şekilde bizi seyrederken telefonu çaldı ve ''Efendim abla'' diyerek açtı. ''Şimdi kavga edecekler'' sözlerini sessizce yanımdaki kıza yönelttim ve o da ''Bence de'' diye gülümsedi. Nesrin, ''Yine ne bok oldu, benden ne istiyorsunuz kardeşim siz'' diyerek odadan çıkıp kendi odasına yöneldi. Kapının kapanmasıyla genç kızın bana daha da yaklaştığını hissettim. Uzun zamandır sevgilim yoktu ve birkaç aydır bir kızıl elini dahi tutmamıştım. Platin saçlı kız ''Bu teleskobun başka ne marifetleri var?'' diye sorduktan sonra birasından bir yudum daha aldı. Kıza bakarak ''Affetmem'' dedim. Kız ise ''Bunu beklemiyordum'' diyerek bana doğru bir adım attı. Ne olabilir ki, düşüncesiyle onu öpmeye başladım. İnce vücudu pürüzsüzdü ve kristal gibi kokuyordu. Bunu beğendiğimden kendimi ona doğru iterek kıyafetini çıkarttım. Sütyeni dahi pembeydi. Gülümsedi. Sütyenini çıkartıp kenarı attığım anda kapı açıldı ve içeriye Nesrin girdi. Bizi böyle girince ''Eve arkadaşlarımı sen becer diye getirmiyorum'' diye bağırdı. Biz teleskoba bakıyorduk desem de ''Senin neye baktığın belli'' deyip ses tonunu bir parça daha yükseltti. Kızın odadan çıkmaya niyeti olmadığını anlayınca sütyenini eline tutuşturup ''Odaya, sarhoşsun gel!'' deyip O'nu kolundan tutarak götürdü. Neyse ki yerde açılmamış bira vardı. Birayı içerken ayı incelemeye başladım. Kreterleri çok güzeldi. Platin saçlı kız da çok güzeldi ama fark etmez. Bugün dört yıllık bekleyişin son adımıydı. Mars, Jüpiter, diğer galaksiler... Bakmak istediğim çok şey olsa da karanlık bir ortama ihtiyacım olduğundan birkaç saat boyunca ayı inceledim ve kendimce notlar aldım. Bir gün oraya gitmenin hayaliyle yatağa uzandım.

Sabah gözümü açtığımda platin saçlı kızı yatağımda buldum. Yatıyordu fakat kıyafetlerimiz giyinikti. Bir şey olduğunu da hatırlamıyordum. Bu durumu umursamayarak bilgisayarı açtım. En son versiyon teleskobu aldığım için bilgisayarla bağlantılı çalışıyordu ve ayı hedefine kaydederek sabaha kadar otomatik çekime bırakmıştım. Çok harikaydı! Fakat bugün de çalışacağım için saati kontrol ettiğimde 12.00 olması bir parça canımı sıktı. Çok fazla zamanım yoktu. Kerim ile buluşacaktım. Yataktaki kıza tekrar baktığımda buluşmayı birkaç saat ertelemek ya da başka gün yapmak daha iyi olabilir diye düşündüğüm anda Nesrin odaya girdi. Bana sertçe bakıyordu. Platin saçlı kıza baktı ve O'nun konuşmasını bitirmesini beklemeden ''Elimi bile sürmedim'' dedim. ''Emin misin?'' diyerek bir kaşını kaldırdı. Korkutucu görünüyordu. ''Sürmedim, uyandır sor istersen. Neyse ben kaçar'' deyip dışarıya çıktım. Kerim ile buluşmak iyi fikir olabilirdi.

Hırlayan tenekeye binerek sahil tarafındaki bir parkın girişine kadar motor sürdüm. Birkaç dakikalık yürüyüşü de ağaçların arasında tamamladıktan sonra bankın üstünde oturan, elindeki defterine bir şeyler çizen Kerim'i gördüm. Dikdörtgen gözlükleri, gün geçtikçe büyüyen göbeği ve filozofları kıskandıran bilgisiyle beni bekliyordu. Karşısına oturduğum anda kafasını bile kaldırmadan ''Şuna bak'' diyerek bir defteri bana uzattı. Defter, belki de kitaptı. Çok eskiydi ve Türkçe değildi. Bu nedir? Diye sorduğumda ''Latince'' dedi. Merakla ona bakmaya başladım ve bunu beklercesine anlatmaya koyuldu;

- Latin İstilası sırasında bu defter yazılmış. Üzerindeki notlar çok ilgi çekici. Emin ol bunu ele geçirmek için çok uğraştım. Neyse ki satın aldığım antikacı Latince bilmiyordu. Bilse de bir şey anlamaz zaten. Bak şurada sekiz yuvarlak şekil yan yana gelerek daireyi oluşturmuşlar. Ortasında da iki tane kare var. Altında da şöyle yazıyor. Ah işte burada. Bu sembolleri su sarnıcının tamir edilen duvarının arkasında gördüm. Buraya lanetli demiş eskiler. Taşı kırıp arkasına bakmak istediysek de rahipler buna izin vermedi. Ben de aklımda kaldığınca resmini çizdim.

''Bu neyin sembolü?'' diye merakla sordum. Kerim ise ''Bir hazine, eski bir gömü, mezar, kilise, şapel, kılıç, taç, değerli mücevher ya da hepsi.

-Peki bu nerede?

-Sarnıçta.

-İstanbul'da onlarca sarnıç var. Hangisi?

-Bu resmi çizdikten hemen sonra alttaki geçidi kullanarak hipodroma geçtiğini söylüyor. Demek ki Sultanahmet Meydanının altındaki hipodromda bir sarnıç var.

-Orası toprak altında. Nasıl bulacaksın ki?

-Öncelikle toprak altında olması iyiye işaret. Büyük ihtimal yağmalanmamıştır. İkinci olarak da bulacaksın değil, bulacağız!

-Beni karıştırma bu yasal değil, diyerek çıkıştıysam da cevabı bir parça sakinleşmemi sağladı;

-Buradan kazanacağın parayla gözlem evi açmak istemez misin? Mesela Mardin'in dağlarına. Diyarbakır nasıl? Belki de kazdağlarına. Evet orası çok iyi. Haberlere çıkarsın. Türkiye'nin en iyi gözlemevi diye.

Söyledikleri aklıma çok yatmasa da ''Neden olmasın'' düşüncesi galip gelmişti ve pazar gününe sözleşerek ayrıldık.

Günler birbirini kovaladı ve nihayet pazar gününe ulaştık. Erken saatte yola çıkarak Kerim'i de yaşlı huysuza alarak Sultanahmet meydanına geçtim. Kerim, nereye gideceğinden emin şekilde birkaç alt sokağa indirdi bizi. Ardından bir duvardan atladık. Bir duvardan daha ve bir tane daha. Ahşap bir kapıdan içeriye girdiğimizde kafa fenerini taktı. Küçük odada birkaç odun ve fareler dışında dikkate değer bir şey yoktu ki duvara elini atarak duvarı kaplayan sacı eğip ''Gir'' dedi. Söylenenleri harfiyen uyguladım. Bilgisine sonsuz güven duyduğumdan her dediğini yapıyordum. Çocukluk arkadaşı olmak da bunu gerektiriyor olabilirdi. Etrafı incelediğimde çok da dar olmayan tünellerden yürüyerek gidebiliyor oluşumuz dikkatimi çekmişti. ''Bunlar da nedir'' diye merakla sordum. ''Tüneller, bunlar şehri birbirine bağlar, hem arenaya çıkar hem de farklı yerlere gider, bu taraftan gel'' diyerek bana öncülük yapmayı sürdürdü. Keyifle ama biraz da korkuyla arkasından ilerlemeyi sürdürdüm. Tünel daraldı, küçüldü ve emekleyerek gidilecek kadar zorlaştı. Klostrofobim olmasa bile şu anda itibaren artık ona sahiptim. Geri gitmek istesem doğrulup dönemezdim dahi. Kerim'in şişmanlığı sebebiyle birazdan sıkışacağı korkusu da iyice benliğime yerleşince korkudan terlemeye başladığım sırada ''İşte burada'' diyerek duvarı işaret etti. Bacaklarının arasındaki boşluktan gördüğüm kadarıyla yol burada bitiyordu ve hiçbir şey yoktu. ''Şimdi ne yapacağız?'' diye sorduğum anda belinden çıkardığı çekici sağa sola vurmaya başladı ve ''Evet burası'' diyerek sol taraftaki duvarı itmeye başladı. Duvar kıpırdamıyordu. Çekiçle birkaç darbe indirdikten sonra bir tıkırtı duyuldu. Duvar kağıt gibi itildi. İçeriye girdi ve merakla arkasından ilerledim. Ne kadar süredir süründüğümü bilmediğimden özgürlüğü tatmış bir köle kadar garip hissediyordum fakat ayaklarım uyuşmuştu. Çantasından çıkardığı birkaç ışığı odanın farklı yerlerine koydu. Artık içerisi oldukça aydınlıktı. Ne duvarlarda bir süsleme vardı ne de işaret. Fakat önümüzde kocaman lahit açılmayı beklercesine uzanıyordu. Elimizle itmek istediysek de çok başarılı olamadık. Kerim, sıkışmış olmalı diyerek kenarından sağından solundan dürterek bir parça olsun bu soruna çözüm buldu. Tonlarca ağırlıkta olmasa da bu kapak bizi yormuştu. Kapağı hafifçe kenarı itmeyi başardığımızda içerisinde küfle kül karışımı bir koku odayı sardı. Lahidin içerisindeki cesedin kemikleri belliydi. Kafasında bir taç takılıydı ve bu taç altındandı. Elinde ahşap bir baston vardı. Tam göğsünde uzun bir tablet bulunuyordu. Tableti çıkartarak üstündeki tozları temizlediysem de ne olduğunu okuyamadım. Kerim ise fenerini tablete tutarak ''Ah bu dili biliyorum'' dedikten sonra tercüme etmeye başladı;

-Bu bir hediye ama şimdi değil. O gitti ve asla gelmedi. Peki biz kimiz?

Yarık GökyüzüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin