[minific]
"ben bu semtin arkadaş canlısı örümcek-adam'ıyım. yardım etmek görevim, ahjussi."
spiderman!jungkook
•
THIS IS A TRANSLATION. The original story belongs to user bellamees on Archive of Our Own.
Bu hikaye bana ait olmayıp sadece bir çevir...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️
aralık ayı sisli başlamıştı. yoongi tembelce kendisini dersine götürecek olan otobüsü beklerken, güneş zar zor kendini gösteriyordu. etrafı sadece donmuş kaldırıma düşen hafif güneş ışınları aydınlatıyordu. derslerinizin olmasını isteyeceğiniz türden bir gün değildi. yorganının altına girip, bu yıpranmış toplumun kabul edilebilir kıldığı uzunluktaki uyku saatini fazlaca geçirerek, -yani yaklaşık 19 saat- uyumak için güzel bir gündü. (namjoon'un bilerek yoongi'nin alarmı çaldıktan tam üç dakika sonra araması ve yoongi'ye harç için ne kadar ödediklerini oldukça hızlı bir şekilde hatırlatması dışında). bu yüzden yoongi esneyip durarak ve şikayetler mırıldanarak bekliyordu. aynı ahjussiler gibi.
yoongi'yi kafasını kaldırıp bakmaya zorlayan bir otobüs önünde belirdi. çaresizlik içinde, beklediği otobüsün o olmadığını farketmesinin yanında bir de kendisine dik dik bakan kocaman bir örümcek adam posteri ile göz göze gelmişti. seül polis teşkilatının duvarlarını kaplayan o posterlerdeki çocuk. " — çok havalı değil mi?"
yüz hatları kocaman kapüşonunun altında saklanmış, sadece burnunun ucu ve gözlüklerinin kenarları görünen, kulaklığı ensesinde yer edinmiş olan bir çocuktan çıkmıştı bu ses. yoongi, otobüs örümcek adam posteriyle birlikte gözden kaybolduğu sırada homurdandı. "tam bir gösteriş meraklısı."
"— ah," sesinde şaşkınlık ve biraz çatılmış olan kaşlarıyla yoongi'ye doğru döndü. kahverengi saçları hafif karışmıştı ve gözlüğünün arkasında yer alan gözleri güzel görünüyordu. "— birçok insanı kurtarıyor ama — öyle değil mi?" sesindeki utangaçlık ve kekeme oğlanı daha genç gösteriyordu ama yoongi çantasındaki üniversite logosunu görmüştü.
(ve istemeden de olsa karnımı doyuruyor diye geçti aklından yoongin'nin) çok kin dolu duyulmak istemediğinden "evet," diyerek onayladı. tehlikede olan bir genç kız olma durumu* yoongi'yi zedelemişti. genç kız olduğundan değil, kurtarılmak zorunda kalmış olduğu içindi. "evet öyle."
"hm hm," diye tekrarladı çocuk. bembeyaz (tavşanınki gibi biraz büyük) dişleriyle yüz hatlarını süsleyen gülümsemesiyle, aynı anda hem alçakgönüllü hem de kendini beğenmiş görünüyordu, doğru yere çişini yaptıklan sonra övülen bir köpek gibiydi. bu — biraz sevimliydi. yoongi gözlerini kaçırmıştı. çocuk belki başka bir şey daha diyecekti ama yoongi'nin beklediği otobüs gelmişti. o an ikisinin de ayakta dikilip bu küçük konuşma hiç gerçekleşmemiş gibi davrandığı garip bir sessizlik oluşmuştu. ta ki hareket eden aracın içinde yan yana geldiklerinde çocuk sessizliği bozana kadar. "yonsei?"
"seoul uluslarası"
"ah," başka bir gülüş daha. "ben de." yoongi konuşmak istemiyor değildi. sadece kendi halinde olmayı tercih ediyordu. güzel görünen erkeklerin gösterdiği ilgi onu geriyordu. sessiz bir şekilde sallana sallana yolculuğa devam ediyorlardı. arada dirsekleri ufak bir temasa geçiyordu. yoongi anında dikkatini dağıtmak için telefonuyla ilgilenmeye başlıyordu. daha bir dakika bile dolmadan, "— fotoğraflar çekiyorsun, bu harika —"
muhtemelen yoongi düzenlemesi gereken son kareleri gözden geçirirken gizlice bakmıştı. (kahramanın kalabalık trafiğin üzerinde bir akrobat gibi durduğu özellikle çok güzel olan bir kare vardı). hemen telefonunu cebine iterek sakladı. "evet, ders — ders için alıştırma yapıyorum." rahatsızca yutkunmasının ardından "fotoğrafçılık bölümündeyim."
çocuk, "ben jungkook bölümündeyim" dedikten hemen sonra belirgin bir şekilde kızarmıştı. kendisine şaşırmış gibiydi. yoongi küçük bir kahkaha bıraktığında, yan taraflarında oturan bir kız da ona eşlik etmişti. jungkook tekrar konuştuğunda sesi bir öncekinden daha kısık çıkmıştı. " yani — demek istediğim — ben, ben fizik bölümündeyim." gözlerini sıkıca kapatmış, burnunu büzmüştü. "adım jungkook, j-jeon jungkook"
"evet, o kadarını anladım." çocuğun bakışları beklenti doluydu. yoongi bir iç çekti. "min yoongi."
"ben-," jungkook alt dudağını ısırarak yere baktı. "fotoğraflarına bakabilir miyim?" otobüs durdu ve yoongi çoktan varmış olduklarını fark etti. küçük bir grup insan çıkışa yöneldi. jungkook ortaokula giden bir çocuk gibi sırt çantasının askılarına tutunarak peşlerinden gitti.
"fotoğraflarımı paylaşmayı pek sevmiyorum, kusura bakma" dedi yoongi, sanat kompleksine doğru yürümeye başlarken. "onlar — biraz özeller." veayrıca gazetelerde de yer alıyorlardı, bu da min yoongi'nin oldukça gizli eğlencesini ele veriyordu. "ders içinler."
jungkook bir süre bir şey söylemedi, ama yoongi hala arkasında onu takip eden kişiyi hissedebiliyordu. ta ki jungkook durana bir, sonra iki ve üç adım geride kalana kadar. "ben— örümcek adam'la arkadaşım," yoongi durmuştu bu sefer. tüm ilgisi bu cümledeydi. kaşlarını kaldırmış bir şekilde merakla jungkook'a döndü. jungkook hala çantasının askılarını tutuyordu. "sana bazı fotoğraflar getirebilirim— sunbae?"
avlunun ortasında durdukları için insanlar yanlarından geçip gidiyordu ve yoongi kendini etrafa bakmaktan alamadı. jungkook'a gerçekten inanmıyordu — ama çocuk neden yalan söyleme gereksinimi duysaydı ki? tam yirmi dakika önce tanışmışlardı. cebinden telefonunu çıkarıp jungkook'a doğru yürüdü ve ona doğru uzattı. "sana mesaj atarım." numara jeon jungkook (fiz olarak kaydedilmişti, çünkü tüm harfler isim kısmına sığmıyordu ve jungkook adını düzeltmeye yeltenmek için fazla gergin gibiydi. "arkadaşına yapışkan ağlarının çok güzel bir ceketi mahvettiğini söyle — o anlayacaktır." jungkook, yanaklarında tekrar bir kırmızılık yer edinmişken yere bakarak alayla sırıttı. yoongi de oradan ayrıldı. garip bir şekilde şanslı hissediyordu. o da yürürken başını yere doğru eğmiş, sırıtıyordu. ardından birilerinin bunu görme ihtimaline karşın hemen ortaya sahte bir öksürük bıraktı.
(yaşananları namjoon'a bu sefer anlattı.)
"sen, ne?"
namjoon, ağzı tıka basa ton balıklı sandviçle doluyken gözlerini kocaman açarak tepki vermişti. "örümcek adam'ı tanıyan biriyle tanıştım" diye daha alçak bir sesle tekrarladı yoongi. namjoon herkes örümcek adam'ı tanıyor diye başladığında kendi sandviçinden bir ısırık alarak açıkladı yoongi: "gerçekten tanıyor.'"
"hyung," dudağını elinin tersiyle temizleyip arkasına yaslandı namjoon. "onun izinsiz fotoğraflarını satıyoruz. bu — ahlaki açıdan yanlış." yoongi öfkeli bir bakış attığında, yemeği bırakarak konuşmaya devam etti. "tamam, söylediğim cümledeki riyakârlığı görebiliyorum, ama düşündüğünde yine de kınanacak bir davranış—"
"yine mi carl jung?" diye belirtti yoongi. küçük bir belki mırıldanarak aşağı baktı namjoon. "ayrıca, belki de fotoğrafları seviyordur. hatta belki de bilmiyorum — poz verebilir." bu işin şakasıydı tabii. ikisi de kafalarını sallayarak anırmaya benzer sesler çıkardılar. ancak yoongi hala yemeğini düzgün bir şekilde yutamıyordu, bugün olanlar vücut ısısını yükseltmeye devam ediyordu. "eğer bana durmamı söylerse, dururum." dedi.
"o semtin arkadaş canlısı örümcek adam'ı hyung, durmanı söylemesini bırak, fotoğraflarını çekmen için üzerine para bile verir." sesinde ufak bir onaylamama tınısıyla iç çekti namjoon.
🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️
dayanamadım attım güya iki hafta sonra atacaktım neyse
*kurtarılmayı bekleyen bir genç kız olma durumu being the damsel in distress olarak geçiyor. tam nasıl çevirmem gerektiğini bilemedim ama tehlikede olduğu ve kendini kurtaramadığı için genellikle bir adam (kahraman) tarafından kurtarılması gereken, yardıma muhtaç bir kadın olarak düşünebilirsiniz. filmlerde falan olduğu gibi. yoongi neredeyse merdivenden düşecekken örümcek adam onu kurtardığı için böyle bir gönderme yapılmış.biraz cinsiyetçi bi tabir olmuş ama neyse çevirdik artık.