🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️
jungkook bir haftadan fazla bir süredir ortalıkta görünmemişti. yoongi, bilim binasının bilinmeyen bölgesine bile girmeye cesaret etmiş olsa da, dahi olan çocuktan hiçbir yerde iz yoktu. namjoon ona telefonu naptığı hakkında sorular sorduğunda, güçsüz bir şekilde telefonu bir yerlerde unuttuğunu ve henüz geri vermediğini söyledi. yine de bir tür iletişim kurabilme umuduyla jungkook'un telefonunun kırık ekranına bakmaya devam ediyordu, ta ki telefonun şarjı tamamen bitene kadar. ("ödünç alabileceğim bir samsung şarj aletiniz var mı?" diye sordu sınıf arkadaşına ertesi gün gelişigüzel bir şekilde). sosyal medya da süper kahraman konusunda sessizdi. onu gören hiç kimse yoktu, geceleri hongdae'de balık keki yiyen kırmızı kostümlü biri yoktu, araba kazalarını gerçekleşmeden önce durduran biri de yoktu.
dokuzuncu gece, jungkook'un telefonunun ekranı gelen bir çağrıyla aydınlanmıştı. teyzeciğim, yazıyordu ekranda ve saat sabahın ikisini geçmişti. bu ani olayla birlikte kalbinin göğüs kafesini yararak göğsüne kadar battığını hissetti yoongi. sırtı kambur bir şekilde renk teorisi hakkındaki finallerine çalışıyordu o sırada ve belki de jungkook biliyordu. "merhaba?"
nefesi kesilmiş gibi gelen bir ses duyuldu telefondan, ardından da jungkook'un sesi: "ben—merhaba," diye kekeleyerek konuştu. "ben— özür dilerim, geç oldu, be—"
"sorun değil" pek bir anlam ifade etmeyen cümlelerle konuşuyorlardı. yoongi bu durumda tam olarak neyin iyi olduğunu bilmiyordu. "—sadece telefonuma ihtiyacım var." söyleyecek başka bir şeyleri daha varmış gibi duyulmuştu jungkook, birkaç huzursuz hece daha döküldü dudaklarından, ancak yoongi daha hızlı davrandı. "sekizinci kat, soldan beşinci pencere. kilitli değil."sessiz, sakin bir andı. "tamam." yirmi dakika olmuştu ve yoongi pencere pervazının her detayını ezberlediğini düşünüyordu artık. bir süre sonra kapısının çalınmasıyla ürktü. jungkook'un yanakları bayağı kırmızı, saçları da dağınıktı. kıyafetleri normal yirmili yaşlarında olan gençlerin giyeceği türdendi. süper kahraman kostümü yoktu, örümcek ağı yoktu, sadece yoongi'nin sırt çantası omzunda asılıydı. "pencereden girmek istem— kapıdan içeri girmem daha kibar olur diye düşündüm."
"gece yarısından sonra ziyaretçilere izin vermiyorlar," diye belirtti yoongi, jungkook'a içeri geçmesi için yer açarken. aynı anda hem şampuan, hem tatlı hem de temiz kokuyordu jungkook.
"ben— o kuralı es geçmiş olabilirim." diye mırıldandı jungkook odanın etrafında göz gezdirerek. yoongi'nin çantasını dikkatlice yatağa bıraktıktan sonra da ekledi: "kimseye anlatmadığın için teşekkürler."
bu, garip bir şekilde, şaşırtıcı derecede iyi biri olan süper kahramanla vakit geçirdikten sonra yoongi'nin aklından hiç geçmemişti. böyle bir haberden elde edeceği para, ne kadar et yiyebilirse yesin (ki her şey göz önüne alındığında bu bugünlerde pek fazla yemiyordu da) onu gerçekten o kadar da mutlu etmezdi. jungkook'a yaklaşarak masasına dayalı duran sandalyeyi uzattı. jungkook oturdu. "kimseye söylemeyeceğim," dedi yoongi. sonra da çantasını karıştırıp telefonunu şarj edilmiş halde ve ekranında birkaç düzine cevapsız aramayla buldu. jungkook da kendi telefonunu masadan alıp mesajlarına göz attı. yoongi onun bileklerindeki metal bileklikleri fark etti. "bunlar — şey için mi.." bir an jungkook'un örümcek adam olduğunu yüksek sesle kabul etmek sandığından daha zor gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
seven inches from the midday sun | yoonkook
Fanfiction[minific] "ben bu semtin arkadaş canlısı örümcek-adam'ıyım. yardım etmek görevim, ahjussi." spiderman!jungkook • THIS IS A TRANSLATION. The original story belongs to user bellamees on Archive of Our Own. Bu hikaye bana ait olmayıp sadece bir çevir...