Babannemi toprağa ellerimle vermiştim. Tıranklarımdan , avuç içime kadar elimin her yeri toprak olmuştu. Mezarın başında; taze toprağın vücuduma ve kıyaftlerime bulaşmasına izin vererek oturuyordum. Gözyaşlarımdan dolayı mezardaki yazılar yavaş yavaş bulanıklaşmaya başlamıştı. Gözlerimi silip etrafıma baktığımda cenazeye katılan hiç kimsenin kalmadığını farketmiştim.Herkes bir yere kadar size taziye verebilirdi. Ama o acıyı hissedemez, en iyi ihtimalle yanan yüreğinize hüzünlü gözlerle bakabilir, size acıyabilir , sizin için birazcık üzülebilirdi ama onların da yaşamında sadece siz yoktunuz. Sonuç olarak önünde veya sonunda acılarınızla başbaşa kalmak durumundaydınız...
Hayattaki en acı şey ne biliyor musunuz ?
Hayır, hayatınızdaki tek yakınınızı (Babannemi) kaybetmek değil , değer verip aşkla bağlandığınız insanın bir anda (Milena'nın) gitmesi de değil , hayatınız gözlerinizin önünde kayarken kimsenin bunu görmemesi yada bunun kimsenin umrunda olmaması da değil , yalnız ölmek de değil. Hayattaki en acı şey ;
Kendinize acımak. Bu tüm dertlerin üzerinde , hayatınızdaki en çukur en dip yer. Ben bu mezarın başında kendime acıyordum.Ne zaman , nasıl veya nereden eve gittiğimi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım uyandığımda üzerimde çok büyük bir ağırlık olduğu ve kollarımı kaldırırken çok ağrıdığıydı. Tekrar tekrar uyumaya çalışsam da ağrılarım buna izin vermiyordu. Uyku ilacı veya ağrı kesici almalıyım diye düşünürken kapı çaldı. Kapıyı açmak istemiyordum ama kapıyı çalan da ben kadar inatçıydı , kapıya her vuruşunda inadım ufak ufak kırılıyordu. Yavaşça doğrulup kapıya yöneldim. Ben kapıyı açmaya çalışırken, dışardaki el kapının tokmağını kapıya indirmeye devam ediyordu. Kollarım o kadar güçsüzleşmişti ki kilidi çevirmek de bile zorlanıyordum. Sonunda tüm gücümü vererek açmıştım kapıyı; o ara dışardaki Büşranın kapıya tekrar vurmak için elini kaldırdığını farkettim. Gözlerimi ovuşturarak ona bakıyordum. Bana acıyan gözlerle baktığını farkedebiliyor ve güçlü görünmek için başımı dik tutmaya çalışıyordum. Benim kimseye ihtiyacım yok der gibi boş bir gurur ve gereksiz bir özgüvenim vardı.
Huysuz ve içten gelmeyen; tamamen yorgunluğun ve acıların verdiği bir tavırla konuşuyordum.
" Ne oldu?"
" Beni böyle mi karşılıyorsun?"
Ellerimi yüzüme götürdüm ve sakallarımla oynayarak
" Ben iyiyim , bana acımanıza ve hüzünlü gözlerle bakmanıza gerek yok"
Bir anda tüm bilinçaltım dilleniverip dökülmüştü. Bana bu sefer daha da acımaklı baktığını farkedebiliyordum.
" Sana acıdığım için gelmedim , sana değer verdiğim için..."
Geri kalanını duymadım bile algılarım kapanmış sadece yüzüne odaklanmıştım. Acaba yine bana acıyarak mı bakacaktı?
Sözlerinden daha ziyade bakışlarından onu anlamaya çalışıyordum. Ağzı açılıp kapanırken çilli yanaklarına gözüm kaydı o an tekrardan dünyaya geri dönmüş tekrardan kulaklarım açılmıştı.
"... Özetle seni merak ettiğim için geldim. Yanında olmak istedim."Hemen yumuşamak istemesem de karşımda güçlü bir irade olduğu için şuanlık ona teslim olmak zorundaydım.
Elimle içeri geçmesini işaret ettim. O içeri geçerken ben de kapıyı kapatıp yanına doğru yöneldim. Odaya girdiğimde hiçbir yerin toplu olmadığını ve odanın her yerinin dağınık olduğunu hatırlamıştım. Aklıma babannemin misafir için odayı topladığı gelmişti. Bende öyle yapmak için davranmıştım ( babannemin bir yerlerde beni takdir ettiğine inanmak istiyordum.) ki Büşra'nın sesini yeniden duydum
" Bırak dursunlar , kime ne zararı var?"
Olmaz şeklinde kafamı sallayıp kıyafetleri ve çöpleri toplamaya devam ediyordum. Büşra bana engel olamayacağını anlamış olsa ki, o da bana yardım etmek için kollarını sıvamıştı. Odayı toplarken Milenaya aldığım çiçek ve çikolatayı buldum. Biraz bakıştıktan sonra artık gözlerimin dolmadığını ve yerini nefrete bıraktığını söylemeliyim.