8. Bölüm

1.1K 75 129
                                    

"Firkat meğer ol visâl imiş hayf
Uşşâka sâfa muhâl imiş hayf"
"Eyvah! Meğer o kavuşma, ayrılığın ta kendisiymiş!
Aşıklar için mutluluk bir hayalmiş."

Hüsnü aşk. Şeyh Galib.

***
"Söyle şimdi, Can Efendi. Birinden kilometrelerce uzakta olup, onun hissettiği acıyı hissedebilir misin? Hem de hiç görmeden, duymadan.. Canın Canan için yanar mı?" Gür sesi boş binanın içinde yankılandı, hemen etrafa korku salarak. Gözleri kararmış, çenesi sıkıca kapalı, parmakları da Zeyneb'in tesbihini çekiyor inceden. İstanbul'un soğuk ve sert rüzgarına karşı kendisi dik dursa bile, cübbesi içindeki duyguları yansıtarak bir o tarafa, bir bu tarafa savruluyordu.

"İstemedim! Kendi düştü, ben istemedim!" Diye yalvaran sesiyle bağırdı Can. Yerde acılar inde kıvranırken, kendi suçunu kabul etmek ve etmemekte kararsız kalmıştı. Çocuğun etrafını Cüneydin yakınları, bir kaç tane faniler sarmıştı.

"Seni istemeyerek şu binadan atacak olsam, ben de 'kendi düştü o' diyerek sıyrılır mıyım? Cezasız kalır mıyım?" Diyerek kükredi bu sefer adam.

"Sizin dinde günah değil mi insan öldürmek??!! Günah mı işleyeceksin!?"

"Öldürmek zaten günah, ama ne diyor Şeyh Galip? Bilirim büyük günahlar içindeyim, müjde var, yine de affedileceğim!" Tek bir baş hareketiyle emir veren Cüneyd, fanilerin Canı kaldırıp, binanın kenarına sürüklemelerini izliyordu. Kulaklarına genç oğlanın dehşet dolu çığlıkları duyuldu, ancak içindeki öfkeyi tatmin edecek kadar değildi.

"Yapma, yapma n'olur! Korkuyorum, yapma!"

O an, sanki eski anılar canlandı aklında. Sevdiği kızın sesi, konuşması ard arda oynadı gözlerinin önünde, o konuşmaları tekrar tekrar dinlemek için gözlerini kapattı. Bir trans misaline girmişti.

"Korkuyorum. Hakikat bu.."

"Gelme Cüneyd, yüksek burası, korkuyorum!"

"Korktum, merak ettim."

"Mümin korkar.."

Evet. Onun sevdiği kız da korkardı, ama bir tek onun yanında korkuyordu. Kendisine korkmaya izin veriyordu. Sanki savaş meydanında yıllarca savaşmış, demirden askere dönüşmüş, ama artık Cüneyd gelmiş, Zeynep de onun arkasına sığınmıştı.

Yavaşça gözlerini açtığında, gözleri ilk o çocuğu gördü. Bakışı aynı bakış, sesindeki korku aynı korku, kıyabilir miydi şimdi?

Onu büyük bir beklentiyle izleyen fanilere baktı. Belki de onlar da günah işlemekten korkuyorlardı, gerçi niçin hala burada olduklarından da bihaberdi Cüneyd. Cüneydin mi emri daha büyüktü, yoksa kendileri tutundukları yasalar mı? At dese atacaklar mıydı? Bu sorulara cevap vermenin bir haceti yok olmuştu artık, çünkü kararını tamamen değiştirmişti.

"Kırın kemiklerini!"

***

O binadan zar zor inmiş, terler içinde hastaneye gelmişti. Başında sesler susmuyor, ağrısı dinmiyordu. Hep böyle mi olmuştu bu? Ne zamandan beri bir hayatı iki bölüp yaşıyorlardı? Ne zamandan beri hem acıya, kedere, hem mutluluğa, sevgiye ve aşka ortak olmuşlardı? İnsan aşık olunca böyle severken, böyle yaşarken, nasıl olur da bunca zamandır bunlara yabancılık çekip gelmişti?

O sorularınü tek tek cevapları kapının ardında saklanıyordu, yoğun bakıma alınan Zeyneb'in olduğu odadaydı tam. Hastanede sadece Mira, Naim ve Hande olduğu için, durumdan istifade ederek odaya girme iznini kolaylıkla almıştı.

Odaya girer girmez canını yakan görüntüyle karşı karşıya geldi. Eskiden hep al yanaklı, beyaz tenli karısı şimdi bozlara bürünmüş gibiydi. Hastanenin odalarına uyum sağlarcasına solan rengi, pırıltısını gizleyen kapalı gözleri ve rengini kaybeden pembe dudakları çok alışmadığı bir şeydi. Onun bu halini görüp, eski halini hatırladı. Onu ilk kez kırmızı yanaklarıyla gördüğü an düştü aklına.

Wicked game || CünZeyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin