gözlerim kalabalığın içindeki tanıdık yüzlerde gezindi kısa bir süre. her zaman beraber oturduğumuz yere, arda ve can'ın karşısına, bir başına oturmuş hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu yüreğimin yangını. konu bendim muhtemelen.
onu tek kalemde silemeyeceğimi çok iyi bilmeme rağmen ortaya koyduğum tavırları kendi içinde yüze katlayarak aktarıyordu, duymuyor olsam bile emindim bundan. tanıyordum semih'i, abartmaya ve ne olursa olsun kendini haklı çıkarmaya bayılırdı. herkes ondan taraf olsun isterdi ve ben tam da bu yüzden haklılığına bakmaksızın hep ondan taraf olurdum.
şımarmıştı. haberi olmadan, çok severek şımartmıştım onu. küskünlüğü, hemencecik darılmaları benim yüzümdendi.
gözlerim arda'nın yeşilleriyle kesişince telaşa kapıldım, elimi ayağımı sokacak bir yer bulamayınca bitmek üzere olan kantin sırasına girdim. gecikmiştim. zaten başıma ne geliyorsa hep geç kalmaktan geliyordu.
"gelmeyecek misin yanımıza?"
arda'nın yanıma varır varmaz sorduğu soruya karşılık omzumun üzerinden masada kalanlara baktım. semih varlığımı fark ettiğinden mi bilinmez epey gergin duruyordu. kaşlarımı çattım. öfkeli olması gereken bendim fakat adımı unutturacak kadar içimdeydi bu çocuk, ele geçirmişti benliğimi.
"semih gidince gelirim, sen masaya dön."
ondan gelecek cevabı beklemeden hızla önüme dönüp kendime bir çay söyledim. bahçede oturup boğazımı yaka yaka çay içmekti tüm isteğim. kaynar suyun oradaki düğümleri çözeceğine inandım. oysa biliyordum, konuşmadan çözülmezdi boğazımdaki hiçbir düğüm.
"kenan." dedi arda uyarır bir tonda. "semih gitmeden gel."
kafamı iki yana salladım. eninde sonunda kendimi ezip geçeceğimi bilsem de o gün bugün değildi. semih gün içinde benden öç alır gibi bora'ya yanaştıkça da olmayacaktı.
"benden yana içinize sıkıntı düşürmeyin, size tavır alacak değilim. sadece, semih benim için bitti. bunu bilin yeter."
inanmıyordu. kim olsa inanmazdı zaten. yapmamam, altında ezileceğim sözler söylememem için yalvaran bakışlarına daha fazla dayanamadım. önüme bırakılan çayın parasını ödediğim gibi çıktım kantinden.
arda pes etmedi. arkamdan birkaç kere seslendi fakat dönüp bakmaya mecalim olmadı. bahçeye çıkmayı beklemeden büyük bir yudum aldım çaydan. boğazım yandı, canımın acısını gizlemek isterken gözlerim yaşardı.
bir küfür mırıldandım dudaklarımın arasından.
...
"bora sil o fotoğrafı!"
kafamı gömdüğüm sıradan kaldırmamak için verdiğim savaşın son demlerindeydim. semih'in giderek yükselen sesine karşılık bora'nın sinirimi bozan kahkahaları dolduruyordu sınıfı.
delirecektim.
semih beni görmek için bile gelmediği eşit ağırlık sınıfına sırf bora için geliyordu günlerdir. amacı beni sinirlendirmekti ve bunu fazlasıyla iyi yapıyordu.
"bak ciddiyim ben, sil onu. hiç sevmem habersiz fotoğrafımın çekilmesini."
semih'in ciddiyete bürünen sesi kafamı kaldırmam için yeterli bir sebep olurken bora hâlâ eğlendiğini sanıyordu. telefonu arkasına alıp bir kere daha gülerek kendini savunmaya geçtiğinde bendeki tüm ipleri de koparmıştı beraberinde.
oturduğum sırayı geriye itip büyük bir gürültü kopardığımda sınıftaki üç beş bakışın hepsi beni buldu. buna, onun endişeli gözleri de dahildi.
omzundan tutup kendime çevirdiğim bora'ya gelişigüzel bir yumruk savurduğumda çığlık sesleri yükseldi sınıftan.
"sil diyor çocuk amına koyduğum, ikiletmeyeceksin."
onunla beraber yere düşen telefonun açık ekranını görünce hızlı davranıp bahsi geçen fotoğrafı bulunabileceği her yerden sildim.
az önceki çığlıkların sahibi olan ecem, bora'yı yerden kaldırmaya çalışırken göz ucuyla semih'e baktım. onu biraz olsun tanıyorsam bana minnet duymamış sadece kızmakla kalmıştı. söz vermiştik çünkü birbirimize, mezun olmamıza aylar kalmışken başımıza bela almayacaktık.
kapının önünde beliren edebiyat hocası kıytırık bir yara için bora'yı revire beni de müdür yardımcısının yanına gönderince fazla beklemeden çıktım sınıftan. kalırsam görecektim. bora'yı revire götürenin semih olduğunu görecektim.
___
çok kısa oldu.. şu günlerde düz yazı yazmanın verdiği ızdırap 🧍♀️