elimdeki ıslak havluyu sandalyenin üzerine asarken göz ucuyla yatakta oturan semih'e baktım. sırtını yatak başlığına dayamış kafasını da geriye atmıştı. gözleri kapalıydı ama uyumadığı belliydi. arada bir kuruyan dudaklarını diliyle ıslatmasından anlıyordum bunu. epey dalgındı. çıkardığım sesler bile onu gözlerini aralamaya zorlamıyor, düşüncelerini dağıtmıyordu.
banyoya girmeden önce onun için komodinin üzerine bıraktığım temiz havluyu elime alıp yatağın kenarına oturdum. yutkundu, boynundaki o ağır hareketliliğe kaydı gözlerim. ne düşündüğüne dair soracağım tüm soruları kafamdan atıp tenine dudaklarımı bastırmaktı niyetim ama düşüncesiz olmayı hiç istemedim.
gözlerini açmamakta sürdürdüğü inada tutunarak ıslak saçlarının üzerine bıraktım havluyu. onun istediği kadar olacaktım yanında. konuşmak istediği kadar dinleyecek ve dur dediği yere kadar temas edecektim.
ellerimi havlunun üzerinde kaydırırken yüzüne baktım dikkatle. kıvrılmamak için direnen dudaklarının bir yerden sonra tamamen kendini bırakıp kıvrıldığı ana saniye saniye eşlik ettim. hoşuna gidiyordu sorgusuz ilgim.
havlunun uçlarından çekiştirince onu başından indirmek istediğini anlayıp dokunuşlarımı hafiflettim. ufak, pamuklu kumaş ellerimizin arasından kayıp yatağa düştü. semih, o esnada gözlerini de aralamış seyrime sunmuştu.
"neyin var diye sormayacak mısın? dalgınlığımın sebebini öğrenmeden uyuyacak gibi bir halin var."
alay eder gibi sarf ettiği her bir cümlenin ardında ciddi bir sebep olduğunu bilmeme rağmen onu rahatlatmak adına güldüm. "sormayacaktım ama muhtemelen uyuyamayacaktım da." dediğimde o da güldü.
acı çeker gibi, zoraki bir gülümsemeydi.
tekrar ağzını açağı esnada gülüşerek üst kata çıkan arda ve ferdi'nin sesi durdurdu onu. beyazladı yüzü. biraz daha yaklaştırdı gövdesini bana. sesi duyulmasın diye elini kulağıma siper ettiğinde çatıldı kaşlarım. inanılmaz tatlıydı, kalbimi eziyordu fakat korkutuyordu da.
bekledi biraz daha. sabırlıydım. sıcak nefesleri kulağıma çarparken bile haddinden fazla sabırlıydım. "bana dokun istiyorum." dedi sonra. kendini geriye çekmedi. biliyordu bu isteğinin beni bende bırakmayacağını.
aramızdaki mesafeyi hiç artırmadan elini indirip yüzünü yüzüme çevirdi. şaşkınlığım, onun için karşı konulamaz bir fırsattı belki de. tekrar ıslatmaya fırsat bulamadığı kuru dudaklarını dudaklarımın üzerine bastırdı. hareket ettirmeden, sakince bekledi bir süre. cevabım gecikse de onun cesareti kaybolmuyordu. "çok istiyorum." diye fısıldadı bu kez dudaklarımın üzerinde.
ruhuma değiyordu sanki. kendi açtığı boşluklardan içeri sızıyordu.
beklentiyle bakan gözlerine karşılık dudaklarımı araladığımda bir tebessüm yayıldı yüzüne. gergin alt dudağı dudaklarımın arasında çaresizce ezildi. bana bu nimeti sunduğu ikinci seferdi fakat kaç kere öpersem öpeyim orada hep yıllarca çektiğim özlemin tadı olacaktı.
gülümsemesinden çaldığım bu öpücüğe ağır ağır karşılık verdiğinde ortasında kaldığım yangına yenik düşer gibi kapattım gözlerimi. semih'in her türlü duygu durumunda dudaklarını dişleriyle ezmesine hak vere vere biraz daha asıldım. her bir dokunuşta aradan kaçan ufak tefek sesler sıcaklamış bedenlerimizin arasında kaybolup gidiyordu.
benim doyumsuzluğumun farkına varınca o ayırdı dudaklarımızı. hâlâ yatağın kenarında oturuyor oluşumdan duyduğu rahatsızlığı belli ederek yana kayınca dudağımın sağ tarafı havalandı. bana dokun, diyordu. öyle korkakça yanına yatmak olmazdı, iyi biliyordu bunu. aklınca oynuyordu benimle. açtığı yere değil de kucağına yerleştiğimde yüzünde memnuniyet dolu bir gülümseme oluştu.