ep17

1.6K 146 80
                                    

"ben sizi izlemeye mi geldim buraya?"

arda ve ferdi'nin hemen yanımda, masanın altından birleştirdikleri ellerine bakarken yüksek sesten dolayı epey bağırmıştım. endişeli gözleri önce etrafta sonra suratımda gezindi. bir saat önce beni evden zorla aldıklarını onlara hatırlatmak ister gibi meydan okurcasına baktım ikisine de. anlaşamıyorduk. özellikle bugün hiç mi hiç anlaşamıyorduk.

sınıfındaki arkadaşlarıyla takılmayı tercih eden semih'e kısa bir bakış atıp tekrar ikisine döndüm. "geldiğimden beri yüzü gülmüyor." dediğimde ferdi bu meseleye karışmamak adına gözlerini kaçırırken arda yapma dercesine kafasını yana eğmişti. yapacaktım. birbirimizden uzaklaşmak için attığımız adımlara engel oldukları sürece her şeyi yapacaktım.

öfkeyle masanın üzerindeki su şişesine uzandım. pistte eğlenen insanlar, mekanın yanıp sönen ışıkları ve durmadan olduğum yere bakan selim boğazımı sıkan bir çift el gibiydi. boğuluyordum oturduğum yerde.

"selim biliyor her şeyi." dedim, mahçup bakışlarını üzerimden çekmeyen arda'ya. şaşırdı. son günlerde okulda takıldığım tek isim olduğundan sadece semih'in değil hepimizin gündemindeydi. kötü biri değildi, bora üzerime geldikçe onu durdurmaya çalışmıştı. bu yüzdendi hayatımda bir yerinin oluşu.

"semih'ten haberi var yani?"

arda'nın sorusuna karşılık yalnızca kafamı salladım. içten içe kızıyordu. başta beni göremediği için kızgınlığı yalnızca kendine olsa da şimdilerde sırf anlatmadığım için banaydı tüm siniri. ondan önce başkalarının bilmesi canını sıkıyordu.

oysa beni ele veren oydu. semih'in bora'dan duyup da inanmadığı şeyleri doğrulamıştı. bile isteye yapmamıştı belki ama olmuştu bir kere. arda, istemeden ateşe atmıştı yüreğimi.

derin bir nefes aldım. içimdeki mahkemede aldığım en kısa süreli karardı onu suçlu bulmamak. arada aklım gidiyordu, canım yanıyordu ama en nihayetinde olması gereken buydu. semih bundan sonra beni bilmeliydi.

biliyordu da. öfkeliydi sadece. öfkesi dinince bu kadar kötü karşılamayacaktı beni. isterse sevdamı oyuncak yapacak ama koparamayacaktı beni kendinden.

buruk bir tebessümle yine onda buldum kendimi. arkadaşının gülerek ona anlattığı şeyleri yüzünde ciddi bir ifadeyle dinliyordu. ödü kopuyordu onu gülerken görürüm diye. o yüzden hızla çektim gözlerimi. rahat rahat gülsün, biraz da olsun eğlenebilsin istedim.

selim'e baktım sonra. sabahtan beri yanıma gelmek için fırsat kolluyor gibiydi. bu tarafa bakmaktan yorulan gözlerini başka hiçbir şeye yoramadım.

sıkıntılı bir nefesle beraber yerimden kalkarken biraz da ortama ayak uydurabilmek adına onu beklemeden ben gittim yanına. semih'in bizi hemen fark edeceğini bilmek tüm vücudumu bir halat gibi geriyordu. önceki gibi değildi, yanımda bir başkasını görünce saldırmak için yer arayacak, hislerimin samimiyetini sorgulamaya çalışacaktı. biliyordum onu, tanıyordum.

"bakıyor seninki yine." dedi selim. okulda da birçok kez semih'in öfkeli bakışlarını yakalamıştı. neyse ki bir yabancı olarak onu haksız bulmuyor aksine bu durumla eğleniyordu. kafamı iki yana sallayıp omzuna attığım elimi sıkılaştırdım. yalancı bir tepkiyle omzunu indirmeye çalışırken daha çok çekiyordu dikkatleri üzerimize. "sen kaşınıyorsun güzel kardeşim." dedim, dişlerimin arasından. yine güldü. fena eğleniyordu bizimle.

"oğlum siz iki beyinsiz bunu dibine kadar inkar ediyorsunuz ama herif harbiden kıskanıyor seni. omzumu bırak, ben yaşamak istiyorum."

arkama bakarak kurduğu cümleler göğsümün ortasında şenlikler kursa da mantığım büyük darbeler indiriyordu oraya. elimi omzundan çekip yan tarafımızda kalan duvara yaslanırken "uydurma." diye mırıldandım. bu gürültüde duyması imkansızdı.

göz ucuyla ben de baktım sarışınıma. artık hiçbir şekilde benim değildi ya, bakmak bile zulümdü. sınav sabahı ondan gelecek bir başarı mesajına duyduğum ihtiyaç, çıkışta nasıl geçtiğine dair duymak istediğim sorular geldi aklıma. son birkaç gündür daha iyi anlıyordum semih'in o gün sadece evimden değil benden de gittiğini.

canım yanıyordu.

"lavaboya gidiyorum." dedim, kendimi kaybetmek üzere olduğumu fark ettiğim anda. selim, anlayışlı çocuktu. acır gibi bakan gözlerini gizleyerek kafasını salladı.

yolunu bilmediğim lavaboya tekte ulaşırken müziğin baskın sesi de yavaş yavaş silindi kulaklarımdan. daha çok duymaya başladım yüreğimin sesini. yardım çığlıkları yükseliyordu oradan. kendimi kurtarmak için kendime yalvarıyordum sanki.

koşar adımlarım lavabonun önünde durunca soğuk suyu açıp suratıma çarptım birkaç kere. içeride kimse yoktu, aldığım nefeslerin sesi duvarlara çarpıp bana dönüyordu tekrar.

sonra onu gördüm aynada. açık kapının pervazında durmuş öylece bana bakıyordu. yüzünde duygularını isimlendirecek tek bir mimik dahi yoktu. duvar gibi, dümdüz izliyordu beni.

"iyi misin?" diye sordu yakalandığını fark edince. o an için kendimden beklemediğim bir soğukkanlılıkla kafamı sallayıp çıkmak için hareketlendim. izin vermedi. kolumdan tutup beni tekrar içeriye doğru hafifçe iterken kendisi de birkaç adım atıp kapıyı ardından kapatmıştı. anahtarın yuvasında dönerken çıkardığı ses beynimde yankılandı.

semih, günlerdir uğraşıp da çıkaramadığı yangını birazdan çıkaracaktı.

çatık kaşlarımla onu izlerken anahtarı kapının üzerinde bırakıp bana döndü. attığı her adım kanımı kaynatıyor, karnımı ağrıtıyordu. "ağlayacak gibi bakma bana, sinirim bozuluyor." dedi, göğüslerimizin arasında santimler bırakırken. yutkundum sertçe. cevap vermedim. sinirleri daha çok bozulsun istedim.

gözlerini kapatıp alt dudağını dişleriyle ezerken sakinleşmeye çalışıyordu kendince. aldığı nefesi yarıda kesip bastıramadığı öfkesiyle biraz daha atıldı üzerime.

"ne olsun istiyorsun kenan?"

elleri, yüzümü avuçlar gibi kulaklarımın altında yer edinirken hayretle açıldı gözlerim. ne yaptığını bilmiyordu, dokunduğu her yerimi iyileşmeyecek yaralara gebe bıraktığını bilmiyordu. bilseydi eğer dudakları yüzümün birkaç santim ötesinde tir tir titremezdi.

nefesini yüzüme üfleye üfleye "bunu mu istiyorsun?" diye sordu. cevap veremedim. arsızca tam olarak bunu istediğimi haykırmak istediğim yerde yuttum tüm kelimeleri.

ansızın geriye çekti kendini.

"bunu istiyor olsaydın yok yere insanlara hayatı zehir etmezdin."

bora'nın bana yaptırdıklarına ithafen kurduğu cümlelerdi bunlar. bu konuda da anlamamıştı beni. anlamamak için direniyordu zaten.

istediğini almış gibi rahat bir tavırla kapıya döndüğünde bu kez sıra bendeydi. hırsla koluna asılıp kendime çevirdim onu.

"asıl sen ne istiyorsun semih? öğrendiğinden beri ağzıma sıçmadığın tek bir gün bile olmadı. yaptığım her şeyi haklı çıkarıyorsun."

yüzünde alaylı bir gülümseme belirdi. kolundaki elimi tutup iterken "vicdanını böyle rahatlatma." diye mırıldandı. onun tanıdığı kenan olmaktan da çıkmıştım anlaşılan. beni hiç tanımadığı bir yabancı gibi görüyordu.

hayal kırıklığıyla baktım yüzüne.

umursamadı.

ne için geldiğini bile anlayamadan çıkıp gitti.

___

kazanan takim fotosunun iki ucunda semihle kenani gorup sevinen gariban ordusu diye biz cocuklar 🎀

o işler öyle olmuyor işteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin