"sen balkona geç iki soğuk su kapıp geliyorum."
kafamı sallayıp onun odasından balkona açılan kapıya ilerledim. daha önce çok kez uğradığım bu evde aysel teyzenin yüzüne kızararak baktığım ilk seferdi ve biraz da bu yüzdendi hemen kaçışım. hoşgeldin diyişine bile yalnızca bir tebessümle karşılık verebilmiştim.
özenle dekore edilmiş balkonun ucunda kalan bahçe salıncağına ilerledim. sadece iki kişiyi aldığından her gelişimizde kavga dövüşle kaptığım yerdi orası. bazen yanımda can olurdu bazen de arda ama hiçbir zaman semih olmazdı. şımarık kişiliği kendi evinde hızla uzaklaşırdı ondan. misafirperver davranır kavga ederken sabırla bizi bekledikten sonra boşta kalan kişiyle beraber yerdeki küçük puflardan birine otururdu.
ilk kez onunla bu salıncakta oturabilecek olmanın verdiği heyecanla gülümsedim. annesine karşı duyduğum mahcubiyet de aklımdan uçup gitti bir anda. kendimi düşündüm. ne kadar uzun zamandır bu anı beklediğimi, bizi yalnızca hayallerimde yeşertirken nasıl teselli bulduğumu düşündüm.
düşündükçe bencilleştim.
birkaç dakika sonra elinde su değil de kola bardaklarıyla semih girdi içeriye. "soğuk su yokmuş." dedi yüzüme saniyelik olarak bakarken. bir şeyler içmek sanki çok umurumuzda olan bir ayrıntıymış gibi konuşuyordu.
tepsiyi yere, pufların hemen önüne, bıraktıktan sonra "bekle." diyip odasına döndü. kapının kapanma sesini duydum hemen sonra. kilit sesi yoktu. ya sessiz olmaya özen göstererek çevirmişti anahtarı ya da seslere sağır olmayacağımızı düşündüğü için kapıyı kilitleyip dikkat çekmek istememişti.
balkon kapısından tekrar kendini gösterince yerimden kalkıp yarı yolda karşıladım onu. ellerim yaramaz bir hamleyle beline sarılırken özlemle bedenini bedenime yasladım. yüzünde hayret dolu bir gülümseme vardı. elleri, tutunmak için yerleştiği omuzlarımdan yavaşça göğsüme kayarken "bu kadar çok mu özledin?" diye sordu. cevabı fazlasıyla belli olan, düşünülmemiş bir soruydu bu. dudaklarından kaçamak bir öpücük alıp tekrar ışıldayan gözlerine baktım. "sence?"
gülümsemesi dişlerini gösterinceye dek büyürken sağ elim belinden ayrılıp alnına düşen sarı saçlarına uzandı. okul bahçesinde başını dizime koyduğu her gün saçlarıyla oynamanın verdiği o iç gıdıklayıcı hissi hatırladım. bu sefer farklıydı. semih'in beni bilmesi her şeyi farklı kılıyordu.
kenara itmeye çalıştığım saçları elimden kurtulur kurtulmaz tekrar alnına düşerken hayranlıkla baktım yüzünün her santimine. sabırla beni bekleyişi, yüzünün güzelliği ve uçları tenimi baskılayan parmakları kanımı kaynatıyordu.
"çok seviyorum seni. o kadar çok seviyorum ki bu kadar sevmek yasaklanmalı."
fısıltılı sesim ve yüzüne çarpan nefesim gözlerini birkaç kere kırpmasına sebep oldu. zorluyordu beni. onu soluğum kesilene kadar öpeyim diye çok fena zorluyordu.
"annem her an bizi basabilecekken çok fazla sevmemeni öneririm."
tenime batırdığı ellerini bu kez beni itmek için kullandığında "inanılmazsın." diye mırıldanıp salıncağa tekrar oturdum. annesini bahane ettiğini biliyordum. ondan da beni sevdiğine dair bir cümle duymak elbette suyum, aşım kadar ihtiyaçtı fakat erken olduğunu biliyordum.
yine de bozulmadan edememiştim.
yerdeki bardaklardan birine uzanıp koladan kocaman bir yudum aldım. gözleri bendeydi fakat inatla vermedim karşılığını. "kenan." dedi, hüzünlü bir sesle. ona anlayış göstermem için yalvarış şekliydi bu. "sorun yok." dedim ikinci yudumu almadan hemen önce.
sıkıntılı bir nefes verdi. yanıma gelip bardağımı elimden alınca beni ona bakmaya zorlamıştı. tadı damağımı yakan koladan biraz daha almak istememe rağmen umursamazca yere bıraktı onu.
beni ikna etmek için girdiği en ufak çabanın bile seve seve kurbanı olacağımı bilmediğinden yanıma oturdu. onunla bu salıncakta beraber oturmak gibi kulağa basit gelen hayallerimden birini habersizce gerçekleştirmişti. yumuşadım anında.
kolumun altında girip başını göğsüme yaslayınca gülümsememek için ısırdım dudaklarımı. hem cennetim hem cehennemim olmayı başarabiliyordu.
"kızma bana." dedi önce. başını kaldırıp tepkimi ölçmek ister gibi yüzüme baktığında gözlerimi camdan dışarıya çevirdim. kızmadığımı söylemek yerine sabırla bekledim peşinden gelecek cümleleri.
elini yüzüme çıkarıp baş parmağıyla çenemi okşarken ona bakmamakta ısrar ettim.
bozuntuya vermedi, sadece okşamaya devam etti.
"seviyorum demek için kendimi bekliyorum. öyle geçiştirir gibi olsun istemiyorum. hislerimden emin olmak, kalbimin arkasında dimdik durabilmek istiyorum. senin gibi korkusuz, tereddütsüz söylemek istiyorum bunu."
"öpüyorsun ama?"
"istersen öpmem."
istemezdim. tadına bu kadar geç varabilmişken kendi rızamla vazgeçemezdim. çatık kaşlarımla ona döndüğümde hafif dolu gözleri karşıladı beni. "ondan da mahrum bırakacaksın yani?" diye sordum. istemeden de olsa sert çıkmıştı sesim.
kendini geriye çekerken o da benden farksız değildi. kaşları çoktan çatılmıştı.
"senin isteğine bırakıyorum dedim ya."
"istemezsem uzak kalabileceksin yani?"
"sen bu zamana kadar nasıl kaldıysan ben de öyle kalırım."
"aynı şey mi?"
"kenan yok yere tartışma çıkarmayalım. lütfen."
haklıydı belki de. yanıbaşımda olduğu halde ona bu kadar zor ulaşmışken aramızı bozmamalıydım ama kırgın yanım bir türlü susmak bilmiyordu. anlayış diyordum en başından beri. olmuyordu. aklımın onay verdiğine kalbim razı gelmiyordu.
ondan beni sevdiğine dair bir şeyler duymayı haberimin bile olmadığı kadar çok istemiştim anlaşılan. ondandı bu hırçınlığım. "yok yere." dedim başımı sallayıp tekrar ayaklanırken.
gideceğimi benden önce o anladı. hızla geçti yanımdan ve kendini balkon kapısının önüne duvar gibi dikti. beni gitmekten vazgeçirecek tek engelin kendisi olduğunu bilecek kadar farkındaydı her şeyin. başını iki yana salladı.
"izin vermem ki gitmene. bir kere daha yokmuşum gibi davranmanı kaldıramam."
kapının kenarlarına sımsıkı tutunmuş olan ellerinden birini olduğu yerden ayırıp kendime geçmek için alan açmaya çalışırken "anlayışsız biri değilim ben semih." diye mırıldandım. dolu gözlerinde kendi yansımamı bulurken buruk bir tebessüm bıraktım ona bu kez. "beni sevdiğini söyleyecek cesareti bulana dek beklerim seni. yokmuşsun gibi de davranmam."
gitmeye kararlı olduğumu anlayınca biraz geriledi. ama adım dahi atmama izin vermeden koluma yapıştı elleri. "söz mü?" diye sordu, bir çocuk masumiyeti vardı üzerinde. kafamı salladım. "söz."
sonra çıktım evden. planladığım gibi geçmeyen bir saatin hayal kırıklığı vardı üzerimde. bir de istediğini tam olarak alamamış dudaklarımın sızısı...