2. Bölüm - Sokak Lambası

30 5 3
                                    

2. Bölüm - "Sokak Lambası"
Müzik: Ülvi Zeynalov - Life and Death

Evin kapısını çantamdan çıkardığım anahtarla açtıktan sonra ayakkabılarımı çıkardım ve içeriye girip kapıyı örttüm. Salona heyecanla ilerlediğim sırada aklımda hâlâ o çocuk vardı. Kitapçıda yaşadıklarımız aklımdan çıkmıyordu. İlk defa böyle bir şey yaşamıştım ve o an verebileceğim en ani tepkiyi vermiştim. Bir daha karşılaşır mıydık acaba? Çocuğa nasıl gözükmüştüm? Tipim nasıldı? Çok mu sert davrandım? Yeter Eliz... Toparlan kızım ne bu hâlin! Sen bunları düşünecek kıza ne zaman dönüştün? Olacağı varsa olurdu zaten çok kafa yormaya ne gerek vardı? Yalnız, tarzı çok güzeldi... Boyuyla örtüşen upuzun siyah kabanı, oversize pantolonu ve aksesuarları. Özellikle aksesuarlarına hayran kalmıştım. Beni ayağa kaldırmak için uzattığı elindeki parmaklarına takmış olduğu yüzüklerin her biri efsane görünüyordu...

Her ne kadar susmasını söylesem de susmayan kafamın içindeki sesleri kendi hâline bıraktıktan sonra televizyon ünitemin rafından bir kitabı elime aldım. Pencerenin yanındaki tekli koltuğa oturduktan sonra sırtımı yumuşak mindere yasladım. Kitabın ilk sayfasını aralarken içimde çok garip bir his uyanmıştı. İlk cümle şöyle başlıyordu...

'Zerre içinde zerreyim, ben kendimi bilmez miyim?'
'Yani işin sırrı kendini bilmekte.'
'Değişmek istiyorsan eğer, bileceksin kendini.'
'Neyi terk ettiğini bileceksin.'
'Neyi terk ettiğini bileceksin ki,'
'Neye kavuşmak istediğini bilesin.'
'Şimdi düşünüyorum da...'
'Bırak bilmeyi,'
'Ben aslında hiç öğrenemedim kendimi...'


Okuduğum her bir satır tüylerimi diken diken ederken, ruhumun en derinliklerine inen bu satırlar beni akan bir nehrin kıyısına götürmüştü. Etrafımda normalinden çok daha uzun ağaçlar ve o ağaçlarda açmış bahar çiçekleri vardı. Gözlerimi kapatıp akan suyun sesine kulak verdiğimde suyun sesinin yavaş yavaş değiştiğini fark etmeye başladım. Kapalı gözlerimin ardında uçsuz bucaksız kan okyanusu canlanmış ve o okyanusun ortasında babam çırpınmaya başlamıştı. Bu gördüklerimin sonucunda gözlerimi açmak istemiştim ama olmuyordu. Babamın tüm bedeni kanlı suyun dibine batarken ben yalnızca yüksek bir kayanın tepesinde izlemekle yetiniyordum. Cesaretimi toplayıp elimi metrelerce yükseklikten aşağı serbest bıraktığımda, ansızın arkamdan beni iten kişinin suretini göremeden bende kanlı suyun içine düşüp batmaya başlamıştım. Nefes almaya çalışırken ağzıma dolan kanlar nefesimi daha hızlı kesmeye başlamış ve gözlerim kocaman açılmıştı. Kıpkırmızı suyun içinde yavaş yavaş dibe batarken gözlerim babamı arıyordu. Beni çekip kurtaracak o el ne yazık ki burada değildi... Normalinden çok daha yavaş bir şekilde dibe batarken, ellerim yukarı doğru kalkmaya başlamış ve gözlerim ise suyun tepesine bakarak açık kalmıştı. Şimdi yalnızca kendi batışımı izliyordum...

Derin nefesler ve sert öksürüklerle sıçradığım koltuktan kendimi yere atıp boğazımı tutmaya başlamıştım. Kuvvetli bir şekilde öksürmeye devam ederken bir yandan başımı tavana doğru kaldırıp nefes almaya çalışıyordum. Kucağımdan benimle birlikte yere düşen kitabıma çaresiz gözlerle bakarken, yanımdaki orta sehpadan aldığım destekle ayağa kalktım ve telefonu elime alıp yan tuşa bastım. Saatle göz göze geldikten sonra hızlıca telefonu pantolonumun arka cebine koyup, çantamı alarak kapıya koşmaya başladım. Saat 21:30'du. 22:00'da orada olmam gerekiyordu ve bu imkansız görünüyordu. Kapıyı açıp ayakkabılarımı alelacele giydikten sonra kapıyı çektim ve merdivenlerden hızlıca inmeye başladım. Kendimi dışarı attığımda yola doğru koşup elimle uzaktan gelen ilk taksiyi durdurmaya çalıştım. Taksici öylece durmadan yanımdan geçip gittiğinde kendimi tutamadım ve arkasından; "Hayvan herif!" diye bağırdım. Fakat onun umurunda dahi olmamıştı. Açık olan camlarından duymama ihtimali yoktu. Daha fazla o taksiciyle vakit kaybetmeden yolun ilerisine koşmaya başladığımda, geri geri korna çalarak bana doğru gelen taksiciyle olduğum yerde durdum ve kaşlarımı çattım. Yanıma taksiyle yanaştığında, kafasını eğerek camdan bana seslenen adama öfkeyle yürüdükten sonra sözleriyle beraber yanaklarım kızarmış ve yumuşamıştım.

"Abla sen niye öyle bağırdın şimdi? Gördün, o an duramadım hız yapmaktan. Geri geri sana yanaşacaktım."

"Ben, ben gerçekten özür dilerim. Amacım hakaret etmek değildi. Bakın benim çok acil bir yere yetişmem gerekiyor ve acelem var. Yardım edebilir misiniz?"

"Tabii ki abla ne demek. Buyur bin."

"Teşekkürler, çok teşekkürler." dememin ardından gülümseyen gözlerle arka kapıyı açmıştım ve bindikten sonra, "Agora AVM'ye gideceğiz. Lütfen daha hızlı gidelim." diyerek gideceğim yeri söylemiştim. Camdan dışarı bakarken bir yandan aklıma çocuğa hayvan deyişim gelmişti. Çocuk diyordum çünkü aramızda yaş farkı yok gibi görünüyordu.

"Şey... Acaba yanlış anlamazsan yaşını merak ettim de. Bana abla demiştin, sanıyorum aramızda pek yaş farkı yok." diyerek lafa atladığımda çocuğun aynadan bana bakması ile bir cevap beklemeye başladım.

"Genelde hanımlar bu saatlerde taksiye bindiklerinde, içlerinden bazıları faturayı ödememek için iftira atarak hakkımızda şikayetçi oluyor. Biz de artık korkumuzdan ne yapacağımızı şaşırdık. Kime nasıl hitap edeceğimi seçemez oldum. Kusuruma bakma olur mu? Bu arada yaşım 21..."

Çocuğun sözlerinin ardından hâline üzülmüştüm. Gerçekten zor bir meslek olsa gerek. Tüm gün yollarda süründükleri yetmiyormuş gibi, bir de bu tarz olaylarla uğraşıyorlardı. Başımı anladım dercesine salladıktan sonra konuşmaya devam ettim.

"Yaşımız aynı, benim de yaşım 21." Söylediklerimin ardından uzun bir sessizlik oluşmuştu. Hiç böyle sessiz ortamlarda rahat edemezdim. İlla konuşmak ister ve bir şeyler anlatma gereği duyardım. Çocuk bu sessizliği kendisine gelen telefonla bozmuştu. Telefonu açtığında kısık bir sesle konuşmaya başlamıştı. Gülümsediğini görebiliyordum, telefonu kapatırken 'Hayatım' dediğini de duymuştum ve bütün parçalar yerine oturmuştu. Ya eşi ya da sevgilisi vardı. Bu yüzden benimle konuşmayı kısa kesmişti. Böyle erkeklerin olduğuna bizzat şahit olmak beni gururlandırmıştı. İçimden, gelecekteki sevgilimin de böyle sadık olmasını diledikten sonra hafif tebessüm edip telefonumla ilgilenmeye başladım. Çok geçmeden taksi durduğunda camdan dışarı baktım. Agora'ya gelmiştik. Çantamdan cüzdanımı çıkardıktan sonra cüzdanın fermuarını açıp içinden taksimetrede yazan 250 tl'yi elime aldım. Çocuğa parayı uzattıktan sonra; "Kolay gelsin." deyip kapıyı açarak taksiden indim. Hızlı adımlarla Agora AVM'nin giriş kapısından içeri girdiğimde yürüyen merdivenlere ilerledim. Yürüyen merdivenlerden üst kata çıktığımda sağda bulunan Luisch Mağaza'nın kapısının önünde durdum. Kapının ağzında beni Ebrar karşılamıştı. Ebrar'da benimle beraber Luisch'te çalışıyordu.

"Eliz nerede kaldın? 10 dakika daha gelmeseydin Feryal Hanım canını okuyacaktı. Umut, Feryal Hanımı idare etti de ancak o şekilde yırttın."

Ebrar'ın sözleriyle beraber içime su serpilmişti. "Evden beridir neler çektim bir bilsen. Neyse sonra anlatırım, gel içeri girelim." dedikten sonra beraber içeri girmiştik. Umut beni gördüğünde yaka kartımı getirmiş ve bana uzatmıştı. Bu yaka kartlarını müşteriler yokken neden takardık asla anlam verememiştim. Feryal Hanım'ın kendisi gibi garip işlerinden olsa gerek diye düşünürken yaka kartının iğne kısmını tişörtüme geçirdim. Luisch'in 3. katındaki sayımları yaptığımız depoya topluca yürümeye başladığımızda telefonumu sessize almıştım. Feryal Hanım burada geçirdiğimiz saatler içerisinde telefonumuzla ilgilenmemizden nefret ederdi. Hatta bu basit olay üzerine bir kızı kovmuştu bile. Böylesine zor ve sıkıcı bir işi yapan bizlere, Feryal Hanım nasıl patronluk taslıyordu anlamış değildim. Başta dediğim gibi o kadını anlamak mümkün değildi zaten. Depoya çıktığımızda, koca koca kolilerin içerisinde masalara konulan ve birkaç işlemden geçip sayılmayı bekleyen kıyafetlere yorgun bakışlar atmıştım. Ebrar'ın yanımdan ayrılması ve masasına ilerlemesi ile daha da hüsrana uğradım. Her zamanki gibi, herkesin kendi işi olduğunu unutmuştum. O da kendi sayımını yapacaktı ve erken bitirirse evine erken dönecekti. Tabi Feryal Hanım işini erken bitirenlere daha fazla sorumluluk yüklemezse bu olabilirdi... Kıyafetleri kolilerin içerisinden sarılarak çıkardıktan sonra masanın üzerine bıraktım ve diğer ufak koliye yönelmiştim. Ufak kolide ise kıyafetlerin etiketleri bulunuyordu. Etiketler ile uygun kıyafetleri bulup, kıyafetlerin iç kısmına etiketi masalarımızda bulunan kıyafet zımbası yardımıyla zımbalıyorduk. Tabi bununla da kalmıyordu. O etiketlerin üstüne de masalarımızdaki makine sayesinde alarm takıyorduk. Herhangi bir hırsızlık olayında kıyafetin üzerindeki alarm kapıdan çıkarıldığı an öterek haber veriyordu. Parmaklarımın ucuna, o alarmları tutup kıyafete bastırarak takmaktan kan gitmez olmuştu. Son olarak ise kıyafetlerin, cihazdan etiketlerini okutarak sisteme giriş yapılmasını sağlıyorduk. Böylece kıyafetler satışa hazır hâle geliyordu...

Arkasına baka baka bana doğru gelen Umut'un dikkatimi çekmesi ile bakışlarımı ona doğru çevirmiştim. Gerçekten Feryal Hanım herkese korku aşılıyordu ve bu durum sinirimi bozmuyor değildi. Anlık sinirlenmeyle kovulmayı bile göze aldığım zamanlar oluyordu... "Eliz, canım sana bomba dedikodular getirdim. Eminim duyduğumda şoklardan şoklara gireceksin."

"O ne demek ya? Yoksa geçen gelemediğimde bir şeyler mi kaçırdım? Hemen anlat..." Umut'un dediklerine karşılık meraktan çatlamak üzereydim. Anlatmasını söylediğimde bir yandan kıyafetlere etiket zımbalamaya devam ediyordum.

"Cadımız var ya bizim bir tane bildin mi? Hani şöyle buralarda fink atan, herkese emirler yağdıran, üstten üstten bakarak beton gibi dolaşan..." Umut'un sözleriyle kendimi tutamamış ve kahkaha atmıştım. Tüm herkes ikimize baktığında, Ebrar hızlıca yanımıza gelmiş ve bizi dinlemeye başlamıştı. Ellerimi ağzımda tutarak gülmeye devam ettiğim sırada Ebrar'ın anlamadığını belli eden bakışlarıyla fısıldayarak konuşmaya başladım.

"Feryal'den bahsediyor. Beton falan deyince tutamadım kendimi. Eee Umut? Devam et bakalım... Hissediyorum çok büyük bir olay geliyor. Tıssss."

"Heh ne diyordum en son? Bu beton Feryal, DeFacto'nun Müdürü Hakan Bey'e yemek teklifi etmiş. Hakan Bey'de bunu reddedince bu orada kaskatı kesilmiş öylece malak gibi kalakalmış."

"Ne! Ciddi olamazsın. Ben buraya ilk girdiğimde Feryal Hanım'a çok özenirdim. Onun gibi davrandığım bile olmuştur. Şimdi bakıyorum da ben asla bir erkeğin gözünde düşecek kadın olmazdım." Ebrar'ın sözlerine karşılık göz devirdikten sonra Umut'a dönmüştüm. "Aramızda küçük Feryal Hanımlar dolanıyor Umutcuk. Dikkatli olsak iyi olur." Sözlerimden sonra Ebrar'ın bozulduğunu fark ettiğimde koluna hafifçe dirseğimle vurup gülmüştüm. Şaka yapıyordum, ciddi değildim. 100 Feryal de gelse 1 Ebrar etmezdi... Umut'a tekrar döndüğümde; "Peki sen bunları nereden öğreniyorsun söyle bakalım? Bir gün gelip kayıp kardeşin varmış haberini vereceksin diye aklımız çıkıyor." demiştim. Ebrar, sözlerimin ardından güldüğünde bende boş durmamıştım.

"DeFacto'da Belo çalışıyor, arkadaşım. O görmüş ikisini. Tabii bunlar Belo'yu fark etmemiş. Konuşmaları dediğim gibi kısa sürmüş zaten. Off neyse lafa daldık işler kaldı. Hadi ben kaçorotti işimin başına." Umut'un son dediğini anlamamış ve Ebrar'la birbirimize bakarak bir kez daha gülmüştük. İkisi de kendi masasına gittiğinde düşünmeye başlamıştım. Feryal'e bak sen... Ne yere bakan yürek yakan karıymış. Burada kök söktürmediği kimse kalmadı ama, o beton sıfatının altında ne yangınlar yatıyormuş meğer. Bir yemek teklifi etti diye bunları düşünmüyordum tabii ki. Bu dedikoduların başka kişilerle öncesi de vardı ama çalışan olduğumuzdan gözlerimizi yumuyorduk.

Başladığımdan beri 50-60 tane etiketi kıyafete zımbalayıp, alarm takmıştım. Etiketli ve alarmlı kıyafetleri masanın bir köşesinde, diğerleriyle karışmaması için yığın ederken öte yandan boşalan koliyi yere indirmiştim. Tam nefes alacaktım ki Feryal Hanım'ın uzaktan işareti ile yanına ilerledim. Uyuz karı şimdi ne isteyecekti acaba? Bir huzur vermiyordu ki nefes alalım...
"Tatlım sen boş duruyorsun değil mi? Neden çalışmıyorsun bak onca insan burada ter döküyor, emek sarf ediyor. Enayi mi canım bu insanlar, gecenin bu saatinde evlerinden çıkıp buraya geliyorlar! Bu kadar da olmaz ki hayatım. Sizi kendi hâlinize bıraktığı-" Artık daha fazla dayanamayıp Feryal'in sözünü; "Feryal Hanım!" diye kestiğimde duruşumu dikleştirmiştim. Tüm çalışanlar yalnızca Feryal ve bana baktığında umursamadan, kendimden emin bir şekilde konuşmaya devam ettim.

"Feryal Hanım siz ne istiyorsunuz bizden tam olarak ya? Hayır, gerçekten kasıtlı mı yapıyorsunuz yoksa görmeden mi konuşuyorsunuz bilmiyorum ama bakın herkesin bir sınırı var. Pes diyorum doğrusu, size söyleyecek kelime bulamıyorum. Burada çalışmaya başladığımız ilk günden beri bizlere olan hâliniz ve tavrınız ne kadar doğru? Bizlere maaş veriyorsunuz diye neyin egosunu tatmin ediyorsunuz, bana bir söyler misiniz? Siz, bizim vermiş olduğumuz hizmetin karşılığını veriyorsunuz yalnızca. Fazlasını veya gönlünüzden kopanı verdiğinizi düşünmeyin sakın! Bir daha olup olmadık şeyler yüzünden benimle diyaloğa girecek olursanız, işte o zaman karşımdaki patronum değil sıradan biri olur haberiniz olsun!"

Feryal cadısına sert çıkışlarımın ardından arkama bile bakmadan hızlı adımlarla masama geçmiştim. İşimin başına döndüğümde ikinci dolu koliyi masanın üzerine çıkarmıştım. Ebrar yavaşça yanıma yanaştığında burnumdan soluyarak; "Aman Ebrar, yerine geç. Şimdi sana laf etmeye kalkar falan. İşte bu sefer parçalarım onu." dedim. Ebrar sözlerime güldükten sonra; "Yapma be kızım. Tadını çıkar işte. Ne güzel haddini bildirdin şu varoş karıya. Bak lafları bir bir suratına yediğinde nasıl da aşağı kata indi." dediğinde hafif sırıttım. Sonrasında konuşmak için yüzüne baktığımda devam ettim. "Ama Ebrar yani gerçekten sinirlendim. Tahammül edemediğim 3 şey var bu hayatta. İhanet, yalan, haksızlık... Feryal'de ise hepsini görüyoruz maşallah..." Sözlerimin ardından Ebrar kolumu sıvazlamış ve sakin olmamı söyleyerek masasına geçmişti.

2 Saat Sonra

Tüm işlerim bittiğinde bu sefer kıyafetleri cihazdan okutarak sisteme girişini yapmıştım. Çıkmaya hazırlandığımda Ebrar'la vedalaşmış ve Feryal'e görünmüştüm. İşimin bittiğini ispat ettikten sonra Luisch'ten çıkıp Agora AVM'den ayrılmıştım. Ebrar ve Umut ile birkaç kişinin daha işleri bitmemişti. O yüzden onlar biraz daha geçe kalacaktı. Saat 00:20'yi gösteriyordu. Bu saatte otobüs yoktu. Umut'un da işi bitmediğinden beni arabayla eve bırakamazdı. Telefonumdan taksi uygulamasını açtıktan sonra konum bilgilerimi girdim. Bulunduğum Agora AVM'nin önüne taksi çağırdıktan sonra beklemeye başladım. Agora'nın giriş kapısı saatin geç olması nedeniyle kapalıydı. Biz çalışanlar yangın kapısından giriş-çıkış işlemini yapıyorduk. O yüzden şu an tek başıma Agora'nın önünde bulunmak garip hissettirmişti.

Taksi 10 dakika geçmeden geldiğinde arkamdan 1-2 kişi daha Luisch'ten çıkmıştı. Taksiye ilerledikleri vakit hızlı davranıp önce ben binmiştim. Uyanıklar hazıra konmaya çalışıyorlardı ama umdukları gibi olmamıştı. Bindiğimde hareketlenen taksiye yolu tarif ederken bir yandan telefonumu çıkarmıştım. Annem kim bilir nasıl merak etmişti beni? Sabahleyin mesaj attığımda akşam arayacağımı söylemiştim. Ama şimdi bu saatte ararsam bir şey olduğunu düşünecek ve panik yapacaktı. En iyisi sabah aramaktı. Gözüm şimdiden taksimetreye takılmıştı. 60 tl yazıyordu. Eve varana kadar neyim varsa sömürülmezdim inşallah. Bu sefer ki taksici yaşlı biriydi. Hiç güven de vermiyordu. Sanki fazladan ödeyecekmişim gibi hissediyordum. Geriye yaslanıp camdan dışarıyı seyretmeye başladığımda titreyen telefonumdan gelen mesaja baktım. İyi insan lafın üzerine dedikleri bu olsa gerek. Annem neden aramadığımı yazmıştı. Anneme cevap yazacağım sırada gözüm ansızın 200 tl olan taksimetreye takılmıştı. Telefonu hızlıca kapattıktan sonra taksiciye seslenmiştim.

"Beni müsait bir yerde indirebilir misiniz?" Taksici dediklerimden sonra köşeye çektiğinde cüzdanımdan parayı çıkarıp adama uzatmıştım. Kapıyı açıp indiğimde şimdi ne yapacağımı düşünüyordum. Paramın yetmeyeceğinden 3 sokak erken inmiştim. Söylene söylene ilerlediğim sırada ilk sağdan girmiştim. Kapkaranlık olan bu sokak neden bir tane bile sokak lambası ile aydınlatılmamıştı? Arkama bakarak tedirgin bir şekilde karanlıkta yürüdüğüm sırada ileride sarımsı bir renkte parıldayan ışık görünüyordu. Işığa ilerlediğim vakit bu sokaktan daha önce hiç geçmediğimi fark etmiştim. İşin ilginç tarafı sokak harici bu sokakta bulunan hiçbir evin ışığı yanmıyordu. Beni ürküten bu duruma korkmamamı söyleyecek bir cümle dahi bulamıyordum. Işığa ulaştığımda tam altındayken kesilen ışıkla birlikte panik olmuştum. Karanlıkta ne yapacağımı bilemeyip önüme ilk gelen yere girdiğimde ışık tekrar gelmişti. Girdiğim yerin çıkmaz, dar bir alan olduğunu anlamıştım. Önümdeki uzun duvar boyumu aşıyordu. Arkamı dönüp buradan çıkmaya hazırlandığım vakit karşımda beliren şapkalı kişiyle, yerimden sıçrayarak çığlık atmıştım. Duvara doğru geri geri gitmeye başladığım sırada derin nefes alıp veriyordum. Duvarın sonuna geldiğimde ellerimi duvarda birleştirmiştim. Attığım çığlığa tepki vermeyişi ve hiç istifini bozmaması beni daha çok korkutmuştu. Kalbim yerinden çıkacak gibi panikle atarken ne yapacağımı düşünüyordum. "Lütfen çekilir misin önümden? Rica ediyorum." Sözlerime kulak asmadan üzerime gelmesi ile avazım çıktığı kadar çığlık atmaya başlamıştım. Korkuyla kendimi yavaşça yere bırakırken ışıkların tekrar gitmesi ile onun ellerini omuzlarımda hissetmiştim. Omuzlarımı sımsıkı tutmuş ve beni sarsmaya başlamıştı. Gözlerimden akmaya başlayan yaşlar çığlıklarımla birleşmiş; "Ne olur bırak beni. Yardım edin! Sesimi duyan yok mu? Yardım edin!" diyerek yardım istemeye başlamıştım. Beni yerden kaldırıp sertçe duvara yapıştırdığında ışıklar ikinci kez gelmiş ve aldığım sert darbeyle beraber ellerini boğazıma götürerek sıkmaya başlamıştı. Nefesimin kesilmesiyle beraber çırpınmaya başlamıştım. Çırpınmalarım hiçbir işe yaramıyordu. Gözlerimin kararmasıyla beraber bize doğru gelen diğer bir kişinin, boğazımı sıkan kişiyi yakasından tutup yumruk atarak yere devirmesi ile bende yere düşüp nefes almaya çalışmıştım. Başımı göğe kaldırıp derin nefesler alırken gözümün önüne evdeki yaşadıklarım gelmişti. Gördüğüm kanlı okyanusun içerisindeydim şu an. Ortada bir kan yoktu fakat rüyadan farksızdı. Onların ikisi dövüşürken ben duvardan aldığım destekle doğrulmuştum ve beni kurtaran kişiye bir şey olacak korkusuyla bakmaya başlamıştım. Bu... Bu sabahleyin kitapçıda çarpıp beni yere düşüren çocuktu. Bana saldıran çocuğun üzerine çıkıp yumruklamaya başlamıştı. Bir şey yapamadan köşeden izlediğim sırada bana bakması ile; "Lütfen dikkatli ol." demiştim. Saldıran çocuk bıçağını cebinden çıkardığında gözlerimi kocaman açıp; "BIÇAK! Bıçak çıka-" diyerek uyarmaya çalışmıştım. Sözüm yarıda kalmıştı çünkü çoktan bıçağı beni kurtaran çocuğun omuzuna saplamış ve onu üstünden devirerek attıktan sonra koşarak kaçmaya başlamıştı. O kaçıp gittiğinde hızlıca yanına ilerleyip dizlerimin üstüne çökmüştüm. "İyi misin? Lütfen iyi olduğunu söyle... Ne yapacağız? Yardım edin!" diye bağırıp onun için yardım istediğim sırada çocuğun diğer elini ağzıma götürüp beni susturması ile gözlerinin içine bakmaya başlamıştım. Ama neden bu kadar rahattı? Akan kan fazla olmasa da yine de akıyordu...

"Ufak bir sıyrık, mühim değil. Sen iyi misin? Yetişmesem öldürüyordu seni. Bir şeyin var mı? Başka bir şey yaptı mı sana?"

Çocuğun soruları içerisinde boğulurken bir yandan beni bu kadar önemsemesi hoşuma gitmişti. Sabahta beni kitapçıda düşürdüğünde bu kadar ilgili davranmıştı. Peki ya bu saatte burada ne işi vardı?

"Ben iyiyim bırak şimdi beni. Hastaneye gidelim bak. Ciddi bir yaraya benziyor."

"Dediğim gibi ufak bir sıyrık, hem bak acımıyor bile. İnanmıyorsan al, çekeyim elimi yaradan." dediğinde elini sahiden de yaradan çekmiş ve ayağa kalkarak elimi tutmuştu. Beni de ayağa kaldırdığında elini bu sefer bana doğru uzatmış; "Sabah beni dinlemeden kitapçıdan kaçtın gittin. Hadi baştan tanışalım. Ceyhun ben, sen de Eliz olmalısın?" demişti. Gerçekten deli olmalıydı. Yaralıydı ve şu an konuştuğumuz şey sabah ki kitapçıda yaşadıklarımızdı. Ama sevecen ve komik birine benziyordu. Böyle bir durumda bile şakacı olması ikimizin de durumu bir anlık unutmasına ve tatlı anların yaşanmasına neden olmuştu.

"Memnun oldum Ceyhun." dediğimde uzattığı elini tutarak sallamıştım. Sonrasında konuşmaya devam etmiştim. "Evet ben de Eliz. Ama şakayı bir kenara bırakalım. Cidden kötü hissediyorsan hastaneye gidelim. Kendin pansuman yapabilecek misin?"

"Beni merak etme, hallederim. Haydi seni evine bırakalım artık. Saat yeterince geç oldu, düş önüme Eliz Hanım..."

Ceyhun'un dedikleriyle gülmüştüm. Bu kadar şakacı olmasını ben de beklemiyordum. Ama bir dakika... Şaka yapıyor gibi görünmüyordu. Hatta gayet ciddiydi. Şaşkın bakışlarla Ceyhun'a bakarken onun eliyle işareti üzerine bir şey diyemeden önüme dönüp yürümeye başlamıştım. Arkamdan beni takip ettiği sırada yanaklarım kızarmıştı. Eliz sen neden kabul ediyordun bu durumu? Neden hayır diyemiyordun? Yoksa... Yoksa ben bu çocuğa karşı duygular mı beslemeye başlamıştım? Ceyhun'u ciddi ciddi beni evime bırakması için götürüyordum ve bunu beni düşündüğü için yapıyordu... Sabah ki yaşadıklarımızdan bu saate kadar olan hislerimi göz önüne getirmiştim. Kitapçıdan koşarak çıktığımda garip duygular yaşayışım ve kalbimin hızlıca atması, kendimi çimlere atışımda ki mutluluğum ve gülüşlerim, eve dönene kadar yol boyunca aklımda yalnızca onun olması. Eliz sen bu Ceyhun'a gerçekten aşık olmuştun...

Bölüm Sonu 



Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 19 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

GERÇEĞİN KUKLASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin