Güneşli bir pazar sabahına uyanmıştı Arif, heyecanla bekliyor olduğu o gün nihayet gelip çatmıştı. Cenan'ı görecek, onunla başbaşa vakit geçirecekti. Tamam belki de işin ucunda başka şeylerde olabilirdi...
Yatağını özenle hazırlayıp kahvaltısını yapmak üzere mutfağa yöneldi. Ailesi ile küçük, şirin sayılabilecek bir evde yaşıyordu Arif. Ancak ailesinden henüz kimse uyanmamış bu nedenle normalde pazar sabahları kahvaltının hazır olmasına alışkın olan Arif olduğu yerde ne yapacağını bilemeyerek kalırken en son tost yapmaya karar vermişti.
Biraz uğraş verdikten sonra hazırlamış ve yemişti ki odasına geri dönmek üzere yola koyulduğu sırada annesinin mutfağa girmesiyle olduğu yerde kaldı. Annesi Nergis hanım yorgun bakışlarının altından sorarcasına "Oğlum hayırdır." demişti.
Arif olduğu yerde biraz kıpırdanırken ensesine götürdüğü eliyle saçlarını taradı. "Bugün bir arkadaşımla vakit geçireceğiz de ondan erken kalktım."
"Anladım." dedi Nergis hanım ve dolaptan aldığı bardağa su doldururken ekledi. "Emre mi bu arkadaşın?"
Arif'in aklını Cenan doldururken geniş bir sırıtma yüzüne hakim olmuş annesi Nergis hanımsa bu durumu hemen yakalamıştı. "Değil."
"Söyle bakalım kimmiş oğlumu böyle içten güldüren kişi." dedi elindeki bardaktan bir yudum almadan önce Arif'e gözünün ucuyla bakarken, bir yandan da gülümsemesi yüzündeydi.
"İsmi Cenan." Arif elleriyle oynarken başını yere doğru eğmiş sırıtmaya devam ediyordu. Annesinin bir şeyler yakaladığının farkındaydı ama annesiyle bu konu hakkında hiç konuşmamış olmasına rağmen konuşulmuş gibi bir ortam olurdu hep, bu yüzden dert etmiyordu.
"Cenan..." diye fısıldadı Nergis Hanım ve sonra oğlunun kulağına doğru eğildi. "Korunmayı unutma sakın ve eve çok geç gelirsen babanı dert etme ben onunla ilgilenirim."
Arif annesinin ima ettikleriyle baştan aşağı kızarırken olduğu yerde domatese dönmüş bir vaziyette ayakta dikiliyor ve başını tamam anlamında sallıyordu. Annesi ona içten bir gülümseme yolladı ve mutfağı terk etti.
Arif'te bunun üzerine kendi odasına geçti ve hazırlanmaya başladı. Yaklaşık yirmi dakika sonra hazırdı, artık Cenan'a mesaj atabilirdi.
guloglan: ben hazırım nerede buluşuyoruz?
cenan1: kapındayım in aşağı.
guloglan: cenan sen
guloglan: ne ara geldin?!
Cenan gülümserken telefondan Arif'in yazdıklarını okuyordu bir yandan motorunu kenara çektiği yerde ayakta dikilirken. Yanından geçen iki kız ona hayran hayran bakarken Arif kapıda belirmişti nihayet.
Kızların Cenan'a olan bakışlarını anında yakalamış ve hemen erkeğinin koluna kendi kolunu atmıştı. O sırada kızlardan birinin fısıltıyla karışık "Oha çiftler galiba, baksana ne kadar yakışıyorlar." dediğini duymuştu.
Kendi kendine gülümserken Cenan kafasına getirdiği bir diğer kaskı geçirmiş, uçlarını bağlamaya çalışıyordu. Arif yerinde durmazken Cenan zar zorda olsa takmayı başardığında gözleri birleşmişti ve Arif o an nasıl biriyle çıkmaya başladığını bir kez daha kavramıştı.
Ela gözleri yeni doğmuş güneşin altında parlıyor, güneş onları bal sarısı rengine çaldırıyordu. Taktığı siyah kask dalgalı, pofuduk saçlarını saklıyor ve yüzüne tam oturken onu oldukça çekici gösteriyordu. Üzerine giymiş olduğu motorcu ceketine ne demeliydi peki? Bir ceket bir insana bu kadar mı yakışırdı.
Arif'in kendisini süzdüğünü fark eden Cenan'ın dudaklarından çapkın bir gülümseme belirmişti. "Ne o beğendin mi gördüklerini?"
Arif yutkunurken bakışları Cenan'ın gülerken hareket eden adem elmasına kaymıştı. "Bilmem, biraz daha bakmam lazım."
Cenan'ın yüzündeki sırıtış iyiden iyiye pişkin bir gülüşe doğru evrilirken Arif'i kolundan yakalamış ve önce kendisinin sonra da onun motora binmesini sağlamıştı. "Hadi yavrum bugün bolca izlersin zaten."
Yavrum... Arif bugün kesinlikle sağ çıkamayacaktı...