bu kitabı biricik sevgilime ithaf ediyorum.
sevgilim, bunda da olduğu gibi en iyisini sen hak ediyorsun.
yorgunlukla kafamı masaya koyduğumda gelen esneme isteğimi de yok saymaya çalışıyordum. beynim sıfırlanmış gibiydi, tek bildiğim saatlerdir kütüphanede oturup hyunjin ve seungminle ders çalışıyor olduğumdu. benim ısrarımla geldiğimiz halde mızıkçılık yapan bendim.
"kaldır lan kafanı," hyunjin enseme ses çıkmasın diye yavaşça vurduğunda, onun bu tatlı uyarısına karşı gelmeyerek başımı masadan kaldırdım. koyu kahverengi perçemlerim gözümün önüne düştüğünde gözümü kaşıyarak onları ittirdim.
"bizim bu arkadaşımız kafayı yemiş," hyunjin, seungmin'i göstererek mırıldandığında gülümsedim. çok yorulmuştum ama bugün yaptığım tek şey mızıkçılıktı ve çok az ders çalışmıştım. birkaç gün sonra ise çok önemli bir dersin sınavını vermem gerekiyordu.
"kalksak mı? ben acıkmaya başladım," seungmin gözlüğünü ittirip mırıldandığında hyunjin çoktan eşyalarını toplamaya başlamıştı.
"ben gidemem..." dudaklarımı büzüp mırıldandığımda hyunjin gözlerini devirmişti.
uzun ısrarlarım sonucu seungmin ve hyunjin'i kütüphaneden çıkartabildiğimde gözlerimi ovup önümdeki açık kitaba baktım. derin bir nefes aldım, bu dersin nasıl biteceğine emin değildim. yine de kalem kutumdan kalemlerimden birini alıp paragrafı ezberlemeye başladım.
bu kütüphane yeni açıldığı için ilk defa gelmiştim ve 7/24 açık mıydı bilmiyordum sadece tek bildiğim insanların buradayken biraz tedirgin davranmalarıydı. yine de bunları sonra düşünmeye karar verip paragrafa geçtim.
aradan saatler geçtikten sonra lacivert saçlı bir çocuğun etrafta gezindiğini fark etmiştim. saçları o kadar koyu bir lacivertti ki, eğer ışığın altında yürümüyor olsaydı saçını siyah bile sanabilirdim. kütüphane yavaş yavaş boşalmaya başlıyordu yine de umursamadan önüme döndüm.
ve sonrasında, uyandım.
etraf simsiyahtı ve kimse yoktu. kaşlarımı çatıp telefonuma uzandım ve telefonumun ışığını açtım.
anlamıştım ki, bu kütüphane sabaha kadar açık değilmiş.
"birisi var mı?" salak gibi boşluğa soru yönelttiğimde yaptığım şeyi fark edip dudaklarımı birbirine bastırmıştım.
kütüphaneyi gezmeye başladım. insanlar beni neden uyandırmamıştı?
"olduğun yerde kal," sert bir ses duyduğumda yutkundum ve hareketlerim kilitlendi.
sonrasında kütüphanenin ışıkları açıldı ve bana silah doğrultan bir adamla karşılaştım.
"merhaba?" sorgulayıcı bir şekilde sorduğumda sesimin titrememesine özen gösterdim.
"polisleri sen mi çağırdın?"
"ne polisi?" kaşlarımı çatıp konuştuğumda kafam oldukça karışmaya başlamıştı.
"burada olduğundan minho'nun haberi var mı?"
"minho kim ya ne oluyor? kapılar açıksa evime gidebilir miyim?"
adam gözlerini benden ayırmadan ve silahını indirmeden telefonunu çıkarıp birisini aradı. ne dediğini duymuyordum çünkü aslında biraz uzaktaydık.
adam telefonu kapattığında bana doğru ilerledi ve kolumdan tutup ilerletmeye başladı.
"ne oluyor?"
"minho'ya gidiyoruz."
"o kim?"
"ben chan, minho'nun arkadaşlarından biriyim. ve minho mu? buranın sahiplerinden biri. seninle o ilgilenecek."
"tek suçum kütüphanede uyuyakalmaktı ama."
"minho'ya anlatırsın bunları," adının chan olduğunu öğrendiğim adam son cümlesini kurup bir odanın kapısını açıp beni oraya doğru ittirdi. kapı ona uygulanan güçten dolayı sertçe kapandı ve odada tek başıma kaldım.
"...yani?" kendi kendime mırıldandım ve odanın içerisinde gezinmeye başladım.
arkamdan kapının kilitlenme sesini duyana kadar.
"ne biliyorsan konuş."
arkamı döndüğümde ise, konuşan kişinin bugün gördüğüm lacivert saçlı adam olduğunu fark ettim.
"kafeteryanızın kahveleri çok kötü."
adam tek kaşını kaldırdığında, yanlış bir şey söylemiş olduğumun farkına varıp masum masum sırıttım.
"bana bak..." lacivert saçlı adam üzerime doğru yürümeye başladığında nefesimi tutup odanın ortasında bulunan masanın diğer tarafına geçtim. adam beni umursamadan masaya eğildi ve gözlerini benim gözlerime doğru kilitledi.
o sırada, karşımda duran adamın yakışıklılığından tuttuğum nefesimi bıraktım.
"ne. biliyorsan. konuş. yoksa buradan çıkabilir misin emin değilim."
"ben hiçbir şey bilmiyorum ki. sadece eve gitmek istiyorum."
"polisleri neden çağırdın?"
"ya ben neden bir kütüphaneye polis çağırayım? sadece kütüphanede uyuyakaldım. inanmak istemiyorsan kamera kayıtlarına bakabilirsin."
adamın gözlerinden gözlerimi ayırmadan konuştuğumda adam bu bakışlarımdan etkilenmiş gibi bir sırıtış koydu dudaklarına, sonrasında ellerini masadan çekti ve duruşunu dikleştirdi.
"daha önce saçını hiç sarı kullandın mı?"
"ne?" aniden gelen saçma soruya karşılık kaşlarımı çattığımda adam sırıtışını genişletip kapıya doğru yürümeye başladı.
bu adam her kimse, korkutucuydu. biraz da ilgi çekici belki de?
adam kapının kilidini açtı ve sonrasında kapının kendisini açtı.
"siktir git hadi."
"ne?"
"gitsene hadi, ne bekliyorsun?" adam sırıtışını yüzünden silip sertçe konuştuğunda kendimi masanın arkasından atıp hızlıca kapıya doğru yürümeye başladım. kapıdan tam çıkacağım zaman adam kolumdan tutarak durdurdu beni.
"bu burada bitti sanma," etkileyici sesiyle fısıldadığında yutkundum ve kolumu adamın elinden kurtarıp kendimi dışarı attım.
kütüphanenin böyle bölümler olduğuna dair bir fikrim bile yoktu. daha doğrusu, kütüphanelerde böyle şeyler mi vardı?
bir şekilde ders çalışılan yeri bulup eşyalarımı toplamaya başladım. emindim ki bir daha bu kütüphaneye gelmeyecektim ve hyunjin ile seungmin'den ayrılmayacaktım.
kütüphanenin çıkış kapısına kadar indiğimde ve çıkışın açık olduğunu fark ettiğimde kendimi anlayamadığım bir hızla dışarı attım ve derin bir nefes aldım. o sırada saate bakmak aklıma gelmişti.
saat gecenin ikisiydi ve ben çok saçma bir kaos yaşamıştım.
son kez kütüphaneye baktığımda lacivert saçların parladığının görmüştüm. adam gözlerime baka baka bana göz kırptı ve ben arkamı dönüp neredeyse koşarak yürümeye başladım.
kütüphaneden uzaklaştığımda, rahatladığımı da hissetmiştim. bir kütüphaneye neden polis gelirdi ki?
telefonumu çıkardım ve gruba mesaj atmak aklıma geldi.
sokakso
(hyunjin, felix, seungmin)
felix:
bir daha o kütüphaneye gitmiyoruz. net. (02.24)
¤
çok sıkıcıyım