2,

105 13 40
                                    

kağıdı stajyer öğretmene doğru uzatırken içimdeki gerginlik ve stres yavaş yavaş ortadan kayboluyormuş gibi hissediyorum. stajyer öğretmen yüzüme bile bakmadan kağıdı elimden aldığında gözlerimi devirmemek için savaştım, profesörmüş gibi davranmasına gerek yoktu.

dünkü mesajımdan sonra seungmin ve hyunjin'i cevapsız bırakmış, sadece kendimi yatağıma atmıştım. lacivert saçlı adam beni biraz germişti.

bana silah tutan adamdan değil de lacivert saçlı adamdan ürkmem biraz saçma gelmişti. yine de bozuntuya vermeden bu durumu düşünmeyi bıraktım ve yanımda uyuyan jisung'a baktım. bazen liseli gibi davranması beni soru işaretlerine düşürüyordu.

stajyer öğretmen kağıdı jisung'un kolları arasından çektiğinde jisung rahatını bozmadan öğretmenin kağıdı almasına izin verdi.

kısa bir süre sonra zil çaldığında masamdaki eşyaları çantama attım ve sınıftan çıkmaya hazırlandım. maalesef üniversite hayatı filmlerde veya dizilerde olduğu gibi değildi, normal bir lise hayatıyla eşdeğerdi.

"jisung, gün bitti. uyanacak mısın?"

"hayır," jisung kafasını masaya sürterek mırıldığında hyunjin bana göz kırptı. bu kısacası 'sen git, ben hallederim' demekti.

çantamı da alıp sınıftan çıktığımda, telefonumu açıp bugünün ders programına baktım. neyse ki bugün başka hiçbir dersim veya sınavım yoktu, bu yüzden üniversitenin çıkışına doğru ilerlemeye başladım.

bu okul beni biraz daraltıyordu ama okulumu seviyordum.

okul dışına adımımı attığım anda, ensemde sıcak bir nefesle olduğum yerde donakaldım.

"n'aber, brownie?" geçenlerde tanışmak zorunda kaldığım sesi duyduğumda gerilmeme engel olamadım. sıkıntı şuydu ki, korktuğum için mi yoksa etkilendiğim için mi gerilmiştim anlamıyordum.

"neden?"

"ne, neden?" adam beni kolumdan tutup çevirdiğinde lacivert saçlı adamla karşılaşmak zorunda kalmıştı. gözleri gözlerimdeydi, sonrasında gözlerini gözlerimden ayırıp yüzümde gezdirmeye başladı. burnumda ve yanaklarımda gözlerini gezdirirken kaşlarını çattı.

"çillerin olduğunu bilmiyordum brownie, bu sana ayrı bir hava katmış sanki ha?"

"teşekkür ederim. neden peşimde olduğunuzu anlayamadım? gece her şeyi konuştuk sanıyordum?" yürümeye başlarken adam da benimle beraber yürüyordu.

"hoşuma gitmiş olamaz mısın?"

"olamam."

"neden?"

"benden kimse hoşlanmaz çünkü," umursamaz bir tavırla konuştuğumda lacivert saçlı adam alaycı bir şekilde kaşlarını kaldırmıştı.

"o neden?"

"kendimi sevilecek birisi olarak görmüyorum, ondan herhalde. bu arada okulumu nereden biliyorsun?"

"her şeyini biliyorum ben senin felix."

adam adımı söylediğinde duraksadım. herhalde sadece kütüphanesinde gece uyuyakaldığım için beni araştırmış olamazdı, değil mi?

ama tam olarak araştırmış gibi duruyordu.

"bana öyle bakmana gerek yok. benim adımı bildiğini biliyorum."

"bilmiyorum," gerçekten bilmiyordum. geceyle alakalı her şeyi aklımdan sildiğim için adamın da ismini aklımdan silmiş olmalıydım, çünkü gerçekten adı aklıma gelmiyordu bile.

adam tekrardan kaşlarını alayla havaya kaldırdığında, içimdeki yüzünün tam ortasına vurma isteğiyle savaşmak zorunda kaldım.

tam da yumruğumla dağıtmalık bir yüzü vardı.

"biliyorsun ve senin o güzel dudaklarından ismimi duymak istiyorum felix."

kurduğu cümleye karşı yüzümde öyle bir ifade oluştu ki, adamın yüzü yukarı doğru kıvrıldı ve sırıttı. sırıtışından hiç hoşlanmadığımı aklıma kazıdım.

"hadisene."

"bilmiyorum, bilsem gerçekten polise şikayet ederdim sapık var diye. peşimi sal artık, ben hiçbir şey yapmadım. kamera kayıtlarına bak, sadece uyuyakaldım orada. abartmaya gerek yok. sen yoluma ben yoluma. görüşürüz," yüzüme samimi olmadığımı belli eden bir gülücük yerleştirdikten sonra arkamdaki adamı bırakıp yürümeye odaklanmaya hazırlanıyordum ki, sırtım sert bir zemine çarptı. acı dolu bir inleme dudaklarımın arasından kaçtı.

"adım lee minho bebeğim. ayrıca hala benim için çok şüphelisin, gerçekten peşini bırakacağımı mı düşünüyordun hm?"

"peşimde bu kadar dönüp durduğuna göre orası sadece bir kütüphane değil  sanki, ha?" kurduğum cümleyle adının minho olduğunu öğrendiğim adamın (sanıyorum ki adını ikinci öğrenişimdi) gözlerinden bir şaşkınlık parıltısı geçti. düşünmeden kurduğum bir cümlenin onu bu kadar şaşırtacağını bilmiyordum açıkçası.

"blöf mü yapıyorsun yoksa ciddi misin?" minho iki bileğimi de yakalayıp başımın üstüne yerleştirdiğinde nefeslerimi düzene sokmaya çalıştım.

minho, nefeslerimin düzensizleştiğini görünce sırıttı.

"ne oldu yoksa, benden çok mu etkilendin?" başını bana doğru hafifçe yaklaştırdığında şaşkın gözlerle ona bakmaya devam ettim. ne yapmaya çalışıyordu?

"ne saçmalıyorsun? bırak beni. bir daha gelmem kıymetli kütüphanene," olabildiğince sert sesimle mırıldandığımda minho beni bırakmak yerine tutuşunu sıklaştırdı ve sırıtışını yüzünde tutmaya devam etti. başını boynuma doğru yaklaştırdı ve dudaklarını boynuma sürttü.

"neden polisleri aradın, hm?"

"aramadım diyorum ya sakat mısın bırak beni!?" sesimi hafifçe yükselttiğimde minho ellerimi bıraktı ve boynumdan çekildi, birkaç adım geriye doğru kaydı.

"gidebilirsin."

kaşlarım çatık bir şekilde lacivert saçlıya bakarken kafamın iyice karıştığını hissediyordum. taktik uygulamaya mı çalışıyordu acaba? çünkü dün de aynısını yapmıştı ve beni yine bu hareketiyle soru işaretleri altında bırakmıştı.

ne yapmaya çalışıyorsa bunu önceden anlamam ve oyununa düşmemem gerekiyordu. yoksa sonunda kırılan ben olacaktım.

minho bana bakıp kafasıyla çıkışı işaret ettiğinde çıkışa doğru baktım ve derin bir nefes aldım. kafamda o kadar düşünce vardı ki yapmam gereken şeyleri unutmuştum bile.

minho'ya son kez bakıp beni çektiği aradan çıktım ve hızlıca yürümeye başladım. 

ne oluyordu bilmiyordum, sadece bildiğim tek şey bu durumdan hızlı bir şekilde çıkmam gerektiğiydi.

¤

ilk beş bölüm benim için alıştırma bölümü olduğu için sıkıcı geçebilir özrdlrm

normalde ne yazsam çok beğenirdm ama artık mlsf...

two faced, minlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin