~YVAİNE~
Bir ruh bedensiz yaşayabilir miydi? Veya bir beden ruhsuz? Bedenim Áno Kósmos'da bir yerlerde saklıydı. Ruhum hala yaşamaya devam ederken bile bedenime ihtiyaç duyuyordum. Sadece bir ruh iken ölme ihtimaliniz daha çok yüksek oluyordu ve kimse Lord of Dead Souls* ile karşı karşıya gelmek istemezdi, ben bile. Yine de acımasız ve gaddar olarak bilinen Lort Emris ile hep tanışmak istemişimdir, gerçekten öldükten sonra. Tabi kendisi sadece birer hikâyeden ibaret değilse. O ve biricik aşkı Lavinia.
Büyürken öğreniyorduk her şeyi, ilk nefesimizi aldığımızda, ilk dünyaya geldiğimiz an ağladığımızda anlıyorduk aslında dünyanın nasıl bir yer olduğunu. Küçük bir çocukken bize anlatılan hikayeler hep iyiler hakkındaydı. Hep birer aşk hikayesiydi. Sonu hep iyi biterdi.
Lord of Dead Souls ve Lady of Dead Flowers*, küçük bir çocukken sürekli annemin bana anlatmasını istediğim bir hikayeydi. Karanlık bir dünyanın, güçlü bir kadının ve en önemlisi mutlak aşkın hikayesiydi benim için. Sonsuzdu.
Yıllar sonra tekrar evde olmak güzeldi. Birçok şey atlattıktan sonra yeniden evimdeydim. Denizin üstündeki basit bir ada parçasına inşa edilmiş basit bir şato bile olsa ev hep farklı hissettiriyordu. Ev; bazen başını altına koyabileceğin dört duvar ve bir çatıdan oluşurken, bazen kendini tamamen yaslayabileceğin biri olurdu.
Yemek odasının yere kadar uzanan, Fransız tarzı, uzun ve büyük pencereleri sonsuz bir deniz manzarasını yansıtıyordu. Sonbahar mevsiminin ılık havasından sonra kış mevsiminin soğukluğu denizi ince bir tabaka olacak şekilde buzla kaplamıştı.
"Prenses Yvaine." Neşeli ve bir ses duymamla yavaşça sağıma dönüp yemek odasının kapısında dikilen kıza baktım. Altı-on yaşını geçmezdi. Kısa bacaklarını saran koyu kahverengi bir tayt ve bej rengi uzun kollu bir kazak giyiyordu. Tatlı duruyordu. "Evet?" Beklentiyle sordum ve ona merakla baktım. Şatoda küçük bir kızın gezmesi normal değildi. "Kahvaltı hazır olalı uzun bir süre oldu. Yemek yemeyecek misiniz?" Kızın endişeli ses tonu birazda olsa yumuşamamı sağladı.
"Elbette ve bence bana eşlik etmelisin." Nazikçe gülümsedim ve karnımın önünde birleştirdiğim ellerimi bırakıp onu masaya davet edercesine yemek masasını gösterdim. Gözleri şaşkınlık ve bolca neşeyle parladı. "Teşekkürler, Majesteleri! Babamla çoktan kahvaltı yaptım." Neşeli sözleri içimi yumuşatırken tebessüm ettim.
Çocuklara karşı zaafım vardı. Çoğu neşe saçan küçük kızlar bana kendimi hatırlatıyordu, eskiden olduğum kişiliğimi.
Yemek odasının lacivert duvarlarına bilakis gök mavisi kalan elbisemin eteğini düzeltip yemek masasının başına oturdum. "Olsun, bana eşlik edebilirsin. Hem bana biraz babandan bahsedersin. Şatoda mı çalışıyor?" Belimden sonra kat kat inen elbisemin eteği dizlerimden sonrasını gözler önüne seriyordu ve arkada biraz kuyruk kalıyordu. Belimi sıkıca sarıp sarmalıyordu, sade gümüş işlemeliydi. Beyaz üst kısmı elmacık kemiklerimi açığa çıkarıyordu ve hemen omuzlarımın bitiminden başlayıp yarım kol şeklinde duruyordu. Onun dışında tül, balon kolları bileklerime kadar uzanıyordu. Kalçamda ve eteğin ilk katının üstünde beyaz çiçekler vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-_ÖÖY_- 2!
FantasyÖnce bir bilinmezliğin ortasında yalnız kaldım sonra kendimi onda buldum. Karanlığa teslim olurken aydınlıktan vazgeçtim. Ruhumu bağlarken hiç düşünmedim. Bedenim kayıpken aklımı da kaybettim. Sahip olduğum her şey tek tek kaybolurken onları daha ç...