~LONAN~
Hissettiğim tek şey acıydı ama acı gerçek değildi. Acı bir yansımaydı. Hissediliyordu ama zamanla silikleşiyordu. Mahzen fazlasıyla soğuk ve sessizdi. Etraftaki tek ışık kaynağı koridorda duvarlara asılı olan meşalelerdi. Küf kokusu midemi bulandırıyordu. Bileklerim duvara uzanan bir zincire zincirlenmişti. Havada ağır bir nem vardı ve sessizlik, hissettiğim yalnızlığı arttırıyordu.
Onu bu mahzenlerde zincirli bir şekilde bıraktığım anlar aklıma geliyordu ve her seferinde kendimden nefret etmemi sağlıyordu. Ondan nefret ediyorum. Onu seviyorum. Onu sevdiğim için kendimden nefret ediyorum. Onu istediğim için kendimden nefret ediyorum. İstemiyorum, ama başka birini ondan yükseğe koyamıyordum.
Yvaine, kafamı karıştıran en güzel şeylerden biriydi.
Elbisesinin eteklerini tutup koşarken hızlıca ona yetişip onu yakaladım. Kolumla belini kavrayıp onu kendime çevirdim. Neşeli gülüşlerimizin arasından gözlerine baktım. Denizin derinliklerini andıran koyu mavi gözlerini çevreleyen hareleriyle beni içine çekiyordu. Gözleri boğulmamı isterse içinde boğulacağım bir denizdi. Gözlerindeki parıltı asla bakmaktan bıkmayacağım bir görüntüydü.
Kalenin arka bahçesini çok seviyor diye zambaklarla doldurmuştum. Aynı Emris'in Lavinia için sarayın avlusunu ölüm çiçekleri ile donattığı gibi. Gözünün önüne düşen perçemini kulağının arkasına sıkıştırdım.
"Ölümün vücut bulmuş en güzel hali sensin." Sağ kulağına fısıldayıp kulağının altına bir buse kondurdum. Güldü ve göğsüme vurup beni itti. Gülüşü etrafta yayılan yumuşak bir melodi gibiydi. "Bu Ölüm Günlüğü'nden bir alıntı. Kopyacı." Yüzündeki tebessüm benimde gülümsememi sağlıyordu.
"İçinde olduğun duruma rağmen hala onu mu düşünüyorsun? Aç gözlerini abi, kör olmuşsun." Melantha'nın mahzende yankılanan sesiyle istemeden de olsa yere odaklanan bakışlarımı ona çevirdim. İki yana ayırılmış düzgün kızıl saçları ve mavi gözleriyle Sepehr, onun yanındaydı.
Melantha'ya alayla güldüm. "Kör olan ben değilim, sensin, sevgili kardeşim. Manipüle edildiğini göremeyecek kadar körsün." Melantha, sinirlendiğinde her yaptığı gibi kaşlarını çattı ama Sepehr ondan önce davrandı. "Kapıyı aç ve bizi yalnız bırak."
Melantha, onun sözlerini ikiletmeden hücremin kilidini açtı, anahtarı ona verdi ve bizi yalnız bıraktı. Sepehr, yavaş ve kendinden emin adımlarla hücremin içine girdi. Benimle göz hizasına gelecek şekilde tek dizinin üstüne çöktü. Kızıl saçları, Yvaine'in ateşi andıran kızıllığından farklıydı ve gözleri mavinin daha açık bir tonuydu. Vücudu oldukça yapılıydı ve etrafına yaydığı siyah enerjisi ne kadar kötü biri olduğunu kelimeleri kullanmadan açıklıyordu.
"Demek aptal kardeşimin âşık olduğu adam sensin, ha?" Alayla güldü ve suratına bir yumruk yapıştırma dürtümü tetikleyecek şekilde sırıttı. Ellerim kullanılamaz olduğu için suratına tükürmeyi tercih ettim. Sırıtışı yüzünden silindi ve sertçe çenemi tutup sıktı.
"Onun acı çektiğini biliyor muydun? Sırf ruhlarınız birbirine bağlı olduğu için çektiğin acıyı o da çekiyor." Beni kışkırtmaya çalışıyordu ama ona istediğini vermeyecektim. "Umurumda değil." Yüzümü tutuşundan kurtarmaya çalıştım ama burada sadece oturarak geçirdiğim günlerden sonra güçsüz düşmüştüm. Bir psikopat gibi kahkaha atmaya başladı.
Belindeki kemerine bağlı olan hançerini çıkardı. Ne yapacağını anlamıştım.
Özür dilerim, Akşam Yıldızım.
Kendi kanımla kirlenmiş kıyafetlerimin çoğu yırtılmıştı. Hançerini kullanarak üstümü kolayca yırtıp bir kenara attı. İşkence edilmekten kalan son enerji kırıntılarımla sihrimi kullanıyor ve yaralarımı iyileştiriyordum. O yüzden vücudumda olması gereken yaraların hiçbiri yoktu.
"Neden onun isminin baş harfini kalbine kazımıyoruz?" Sepehr alayla konuşup sırıttı.
Hançeri kalbimin üzerinde gezdirip, hissedebildiğim bir "Y" harfi yazarken dişlerimi sıktım. Daha önce daha çok acı çektiğim zamanlara kıyasla basit bir hançer izi beni etkilemezdi. Ama onun tüm gerçekliğini sanki yanımdaymış gibi hissederken, sadece kendimi düşünemiyordum.
Ne zaman beni terk edenleri kendimden çok düşünmeye başlamıştım ki?
Kendi kanımla kirlenen hançeri çenemin altına bastırıp başımı kaldırdı. Hala onu yumruklayıp o sırıtışını yüzünden silmek istiyordum. "Merak etme, Lonan. Yvaine yakında hiç acı çekmeyecek." Yutkundum. "Bu ne demek oluyor?" Şüpheyle onu süzdüm.
"Yvaine'i ölümlülerin dünyasına attığımda, hem de hafızası silinmiş bir şekilde, geri gelebileceğini asla düşünmedim. Ama sevgili kız kardeşimi hafife almamalıydım. Sonuçta, sırf bedeni için aşkını terk etti. Gerçi seni kullanmış bile olabilir. Potansiyeli var." Psikopatça kıkırdamaya başladığında öne atıldım. Tek yapmak istediğim yumruklarımı ona geçirmek ve uzun bir süre işkence çektirdikten sonra öldürmekti.
"Kapa çeneni, şeytan!" Çabuk sinirlenmezdim ama Sepehr'ın yüzünü bile görmek sinirlenmemi sağlıyordu.
Ama lanet olası zincirler olduğum yerden yalnızca beş metre uzaklaşmama izin veriyordu. Kahkaha atmayı kesip suratıma yumruk attı. Elinin ağır olduğunu kabul etmeliydim. Başım yana düşerken ağzıma gelen kan tadıyla dudağımı patlattığını anladım. Hançerini boğazıma dayadı. "Onun için tatlı bir hemşirem var." Boğazıma beklenmedik bir kesik attı. Ufak ve derin olmayacak bir kesikti.
"Sevgili kız kardeşim, senin yüzünden acı çekmekten yataklara düşmüş. Runa, Yvaine tatlı tatlı uyurken tek bir darbe ile sonsuza kadar uyumasını sağlayacak. Hem de Elysum'da oldukça sevilen bir hemşire. Kimse şüphe duymayacak." Alayla kıkırdadı ve hançerini kaldırıp karnıma sapladı.
Nefesim keskin acıdan kesildi ama sesimi çıkarmadım.
"Acı bir yanılsamadır."
Hançerini çekip çıkardı ve hücremi geri kilitledi. "Onun bedenini nereye sakladım biliyor musun? Buraya. Bedeni Erebos'un tapınağında, yer altı mezarlığının tam ortasında." Tam şu an istediğim tek şey ona saldırmaktı. Bileklerimdeki zincirlere rağmen tekrar öne atıldım. "Seni pislik herif! Kendi kardeşini öldürecek kadar neden nefret ediyorsun! Rahat bırak onu!" Sertçe ve kızgınlıkla söylediğim sözlerim mutlak sessizliğin hâkim olduğu mahzenin sessizliğini bozarak yankılandı.
Demirliklere vurup bana baktı. "YVAİNE, BENİM GÜÇLERİMİ ÇALDI! BÜYÜK OLAN BENDİM AMA GÜÇLERİ OLAN O OLDUĞU İÇİN TAHTA O GEÇECEKTİ!"
Kraliyet ailesi soyunun ve seçilmişlerin Áno Kósmos'daki yaşayanlara kıyasla sihirleri oldukları herkes tarafından biliniyordu ama bu bütün soydaki kişilerde olduğu anlamına gelmiyordu. Ben kendi sihrimi doğuştan kullanabiliyorken Melantha, sihrini ergenlik dönemlerinde kullanmaya başlamıştı. Ve abimin hiç sihri olmamıştı.
Sinirle güldüm. Sırtımı hücremin soğuk duvarına yasladım. Hareketlerimden dolayı karnımdaki yaradan daha çok ve hızlı kan akıyordu. "İstediğin tek şey güç, değil mi?" Başımı olumsuz anlamda salladım ve çenemi sıktım. "İşe yaramaz olduğunu kabul etseydin kimse bu kadar acı çekmeyecekti."
"Hayır!" Beni hızlıca ret etti. Hücremin demirliklerine tekrar vurdu. "Senin ailen bir savaş başlatmasaydı bunların hiçbiri olmayacaktı." Başka bir şey söylemeden çekip gitti. Yankılanan adım sesleri azalırken bile dinledim.
Ruhumdaki yorgunluğu hissedebiliyordum. Yine de sihrimi kullandım ve yaralarımın hızlıca kendiliğinden iyileşmesini sağladım. Yvaine ile ruhlarımızın birbirine bağlandığı gün -evlendiğimiz gün-, hayatımın en iyi günü olmuştu. Ama onun benim acılarımı hissedecek olduğu gerçeğini kabul etmekte istemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-_ÖÖY_- 2!
FantasíaÖnce bir bilinmezliğin ortasında yalnız kaldım sonra kendimi onda buldum. Karanlığa teslim olurken aydınlıktan vazgeçtim. Ruhumu bağlarken hiç düşünmedim. Bedenim kayıpken aklımı da kaybettim. Sahip olduğum her şey tek tek kaybolurken onları daha ç...