beautiful stranger here you are, in my arms

54 11 15
                                    

Ruhsuz, soğuk ve mutsuz ay ışığının, oldukça soluk bir gecede bile Jeonghan'ın güzel yüzünde bu kadar ışıl ışıl olduğunu bilseydim, her gece onunla buluşmak için türlü yollar arardım.

Jeonghan'ın bana attığı mesajı görür görmez bir bahaneyle evden çıkıp -evden çıkmam bu sefer pek kolay olmamıştı- buluştuğumuz parka gelmiştim aceleyle. Aşağı yukarı on beş dakikadır neler olduğunu anlatmasını bekliyordum, o ise sessiz gözyaşlarını sürdürüyordu.

Sımsıkı sarılıp kendini iyi hissetmesine sebep olmak istiyordum fakat bu aşırıya kaçar mı düşüncesi bana engel oluyordu. Bana son zamanlarda ne yaşadıysa, neye üzüldüyse her şeyi anlatmıştı. Fakat sadece bu kadardı. Jeonghan hakkında başka hiçbir şey bilmiyordum. Şu an sarılsam yanlış anlar mıydı beni? Rahatsız olur muydu? Eğer destek olmamı istemiyorsa neden beni gecenin bu vaktinde yanına çağırdı o halde?
Çağırma sebebi ne olursa olsun Jeonghan'ın bu kadar üzgün olmasına cevapsız kalıp öylece onu ağlarken izleyemezdim. Bu doğru olmazdı.

Oturduğumuz bankta yakınlaştım ona. Gözlerinin altını, kirpiklerini ve çenesine doğru inen, ay ışığı altında küçük yıldız kırıntılarını andıran gözyaşlarını nazikçe sildim. Hava oldukça serindi. Rüzgar uğultularıyla beraber yüzümüze doğru sertçe esiyordu. Onun da çok üşüdüğünü titreyen ellerini birbirine sürtmesinden anlamıştım.
Kollarımı bana kıyasla küçük kalan bedenine sardım, üşüyen ellerini avuçlarım arasına aldım. Kısa süre içinde gözyaşları son bulmuştu. Biraz konuştuktan sonra olan biteni anlatacağından adım gibi emindim.

"Üşüyor musun?"

Başını iki yana sallarken cevapladı.
"Üşümüyorum." Kısa süreli duraksadıktan sonra yerdeki bakışlarını bana çevirip tekrar konuştu. "Sen üşüyor musun?"

Başımı salladım aynı şekilde.
"Bugün neden hiçbir mesajıma cevap vermedin? Öğle vakti de seni göremedim okulda."

"Kwan ve Chan'le tartıştık okuldayken. Sinirlenip eve geldim ben de henüz ilk derse girmeden. Sonra da uyudum. Bu yüzden mesajlarını görmemiştim."

Her soruma cevap vermesi hoşuma gidiyordu. Daha önceki konuşmalarımızda da sorduğum her soruya eksiksiz cevap vermişti. Konuşurken onu ve pembe gül tomurcuklarını anımsatan dudaklarını izlemek içimde ismini bilmediğim değişik hisleri uyandırıyor, odağımın dağılmasına sebep oluyordu.

"Neden tartıştınız? Anlatmak ister misin?"

Hiç tereddüt etmeden anlatmaya başladı;
"Yapmamız gereken bir sunum ödevi vardı. Görev dağılımı yapmıştık. Kwan yazıları hazırlayacaktı, Chan ve ben de slayt düzenini yapacaktık. İkimiz bir türlü yapmaya vakit bulamayınca ayrı şekilde birer slayt hazırladık. Güzel olanı seçip kullanırız diye anlaştık." Onu dinlerkenki tepkilerimi kontrol ettiğini, konuşurken ara ara bana bakmasından ve mimiklerinden anlamıştım. Ses tonu yumuşak ve duruydu, dinledikçe dinleyesim geliyordu. Bu yüzden hiç bölmeden devamını anlatmasını bekledim.

"Dün akşam da slaytları gösterdik birbirimize. Chan'inkini seçti Kwan. Hiç şaşırmadım zaten buna. Okula geldiğimizde de benim hiçbir şey yapmadığım için sunuma dahil olamayacağıma dair şeyler söylediler. Seungcheol böyle bir şey olabilir mi?"

Anlatırken öfkelenmesi, benden cevap bekler gibi bakması gülümsemeye zorluyordu beni. Tam cevap verecekken devam etti;
"Benim yaptığım slaytı sırf ben yaptım diye seçmediler. Sonra da sunumda sen olamazsın diyorlar. Çok saçma değil mi Seungcheol?"

"Tabii ki çok saçma ve hiç adil değil. Eğer senin slaytını seçselerdi Chan böyle bir durumda olur muydu?"

"Hayır olmazdı. İkisi iyi anlaşıyorlar zaten. Ben de öyle şeyler demezdim."

Coraline - jeongcheol Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin