Ben Ignis. Ignis Sezair. On altı yaşındayım ve yirmi üç yaşındaki ağabeyim Jorwall'la birlikte yaşıyordum. İşin aslı şu ki biz bebekliğimden beridir ağabeyimle yalnız yaşıyorduk. Bir ailemiz yada adresi belli bir evimiz yoktu. Buna rağmen asla sokak çocuğu olmadık. Çünkü ağabeyim ben kendimi bildim bileli bana önderlik ediyordu ve sürekli şehirdeki dükkanlarda bize birbirinden farklı işler buluyordu. Bu yüzden de süreki olarak bu işlerde çalışıyorduk.
Biz, bu yaşama biçimine daha bebekken, yani ben bebekken, alışmıştık. Diğer yaşıtlarımız gibi okula da gitmezdik ancak ben bir bıçağın nasıl bileneceğini daha altı, inşaat harcının nasıl karılacağını ise sekiz yaşımda öğrenmiştim.
Tabi bu ikisi yalnızca birer örnekti. Bunların haricinde daha nice iş, meslek ve zanaat elimizden geçmişti. Sonrasında ben yaklaşık dokuz yaşlarındayken bir fırının ambarında yaşamaya başladık. Bu fırını yaşlı bir kadın işletiyordu ve ağabeyimle beni mutfakta çalışmamız kaydıyla yanına almıştı. Kadın, en başlarda dayanamayıp kaçacağımızı falan düşünmüş olmalıydı ama iyi iş çıkardığımızı ve istikrarlı olduğumuzu görünce bize yevmiye bile ödemeye başlamıştı.
Genel olarak ikimizin günlük rutini bunun üzerineydi. Ta ki Jorwall'a muhafızlık görevi çıkana kadar.
Açıkçası ikimizde bu haberi gayet tabii karşılıyorduk. Buna rağmen ağabeyim büyük gün yaklaştıkça heyecanlanıyordu. Aslına bakılacak olursa bu mevzuda o kadar da kafaya takacak bir şey yoktu. Yaşadığımız yerde yirmi üç yaşına gelen her genç adam altı aylığına orduya alınır ve muhafızlık yapardı.
Aslında kendisi açısından pek bir problem yoktu ve asıl endişelendiğiği noktaysa benim durumumdu.
Bir ay boyunca vazifesinin gereklerini zihinde döndürüp durdu.
Dediğim gibi ben on altı yaşındaydım. Bu da o olmadan da hayatta kalabileceğim ve kendime bakabileceğim anlamına geliyordu. En azından ben bunun böyle olduğuna inanıyordum.
Ve problem tam olarak buradan kaynaklanıyordu. O, benim yalnız kalma ihtimalimi riskli buluyordu. Oysaki ben o olmadan da kendime yeni bir iş bulup kendi paramı kazanabilirdim. Üstelik bunu ona milyon kez söylemiştim ama nafile...
Adamda keçi inadı vardı. Beni kendi bakış açısına göre "sahipsiz" bırakmak istemiyordu. Bununla birlikte bir süre kararsız kaldık. Daha doğrusu o kararsız kaldı.
Reşit olmamamı bir problem olarak görüyordu ve buna bir çözüm bulamıyordu.
Benim içinse hava hoştu. Haklı çıktığım için mutluydum ama ağabeyim bunu benim yanıma bırakmadı ve aklına gelen çılgın bir fikirle planımı bozdu. Üstelik bu alelade bir fikir de değildi. Bu, enine boyuna düşünülüp tasarlanmış bir plandı.
Ona göre "metropolde tek başıma altı ay geçirmemdense bir arkadaşının yanında tatil yapmam" daha iyi bir plandı. Bunu ilk duyduğumda gözlerimi kocaman açmıştım ve dediğine inanmamıştım.
Ağabeyim beni taşraya, tanımadığım bir adamn yanına göndermeyi planlıyordu ve bunu bir tatil gibi görmemi istiyordu.
Bu planı ilk duyduğum anda karşı çıkmıştım. Altı ay boyunca öylece yatıp kalkmayı ve onun dönmesini beklemeyi saçma buluyordum çünkü bu zamanı daha iyi değerlendirebileceğimi biliyordum. Bunu da ağabeyime açık açık söylemiştim.
Dediklerimi duyar duymaz alaycı bir tavırla gülümsedi ve önüme gerçekten beni ikna edebilecek bir bahane sundu.
Dediğine göre bu bahsi geçen arkadaş aynı zamanda başarılı bir ordu muhafızıydı ve ağabeyimin hatırına bana bedavaya eğitim verebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KENDİ ATEŞİNİ KENDİN YAK
Akcja"Bizi güçlü kılan tehlikeli de kılar ve sakın unutma, herkes kendi yaktığı ateşte yanar." Panesiya'da halk üç temel tabakaya bölünmüş durumdadır: Köylerde yaşayan ve ülkenin temel gıda ihtiyacını karşılayan Taşra'lılar, kenar mahallelerde yaşayan v...