3-Offer

93 13 37
                                    

"Ve donumu kaybettim."

Anlamaz bakışlarını üzerime sabitledi. Ağızını açtı bir şey söylemek için. Ama telefonumdan gelen kahkaha; pembe dudaklarını yeniden kapatmasına neden oldu. Cidden mi...

Damarlı ellerini hiç düşünmeden cebime attı ve telefonumu çıkararak numaraya baktı. Bu adam gerçekten utanmazdı!

Bedenim onun önünde kasılırken, telefonumu baş ve işaret parmağının arasında tutarak havada salladı. "İyi deneme.." Histerik bir gülüş kaçtı ağızından. Sonra yeniden o ciddi ve korkutucu görünümüne büründü. Bu şahıs her kimse, korkunç biriydi....

Eline aldığı telefonumu sert bir hareketle yere attı. "Ama yetmez." Yerde parçalara ayrılmış telefonuma sataştı gözlerim. Ağızım açık bir şekilde baktım oraya. Annemden kalan son şey de böylece gitmiş oldu. Hemde gözlerimin önünde..

Daha fazla dayanamadım. Sinirli olduğumi belli eden feromonlarım odadaki vanilya kokusunu bastırıken, dişlerimi sıktım. Feromonlarımın kokusunu hissetmiş olacak ki, silahı daha da bastırdı çenemin altına. Ama artık sabrım kalmamıştı. Eğer sabaha kadar burada oyun oynayacaksak, kaybeden taraf olmaya bile razıyım. Zaten ölsem ne değişecek ki?

Kafamı sert bir şekilde önüme çevirdim. Ama karşılaştığım korkunç gözler çatık kaşlarımı düzeltmeye yetti.

Korktum. Ben ilk kez ölmekten korktum. İç çekerek aynı taklidi yapmaya devam etme kararı aldım. Belki, beni öldürmeden gönderebilirdi.

İnce sesimi kullandım ve gülmemeye çalışarak devam ettim az önceki planıma. "Ya, niye kırıyorsun yaaa!" Adam neye uğradığını şaşırmış gibi şokla beni izliyordu. Ben bile burada gülmemek için kendimi zor tutuyordum. O nasıl dayanabiliyordu, anlamıyordum.

Hiç düşünmeyerek parmaklarımın ucuyla tokat attım karşımdaki adama. Çok küçük bir tokattı. Sinek ısırığı kadar bile acıtmazdı.
Ama buna rağmen sinirlenmişti adam. Sahi, bu adamın adı neydi?

Sanki beni boğmak istercesine silahın susturucusunu daha da bastırdı boğazıma. Gerçekten boğuyordu da. Ama hala nefes alabiliyordum.

Dümdüz baktım yüzüne. Sanki hiçbirşey hissetmiyormuş gibi. Az önceki halimden eser kalmamıştı. O da yavaş yavaş boğazımdan çekmişti silahı. "Bana bak çocuk..." İç çekti ve silahı kafasına götürerek saçlarını kaşıdı. Silahla hemde? Tetiğine basılmış bir silahla..

Bu adam cidden psikopattı.

"Seninle bir derdim yok. O yüzden seni bırakacağım. Ama.." Duraksadı ve silahını bana doğrulttu. "Birisine birşey söylersen.." Duvara ateş etti. Tam kulağımın yanına. Gözümü kapattım korkuyla.

"Şimdi gidebilirsin." Dedi ve çekildi önümden. Hayır, korkmamalıydım. Hiç birşey anlamaması için aynı numaraya devam ettim.

Gülümseyerek zıplaya zıplaya adamın karşısına geldim. "Ay, teşekkür ederim! İsimin ne senin?" Dedim ve korka korka adamın yanaklarını sıktım. Ben hala onun yanaklarını sıkarken ellerimi tuttu ve sert bir hareketle bileğimi burktu. "Gerçekten kim olduğumu bilmek istiyor musun?" Kaşlarını kaldırdı ve beklentiyle bana baktı. Hiç birşey söylemeden kafa salladım.

Kulağıma yaklaştı ve fısıldadı. "Lee Minho. Sizin isiminizle, kara şâhin." O an, sanki vücudum kilitlendi. Hareket edemedim. Ölümden bile korkmayan ben, karşımdaki bu adamdan korktum. Daha bu sabah dalga geçtiğim adamdan...

O geri çekilip sırıtarak yüzümü izliyor ve şaşkınlığıma bakmaktan zevk alıyordu.

Gözlerimi ona çevirdim korkuyla. Ağızım hala açıktı ve feromonlarımı bu sefer tutamamıştım. Hissetmişti korktuğumu. Ve sırıtışı daha da büyümüştü.

Şoktan ayıldığımda, hiç beklemeden kapıya koştum. Öyle korkmuştum ki, arkamdan kapıyı bile kapatmamıştım.

×××

İki saat...

Tam iki saattir boş bir şekilde duvara bakıyordum. Düşünüyordum. Her ihtimali aklımdan geçiriyor, olmayan ve yaşanmayacak senaryolar kuruyordum kafamda.

Ben hep insan öldürmenin nasıl birşey olduğunu merak etmişimdir. Mesela, bence şöyle birşeydi: İlk defa birisini öldürdüğünde korkarsın, pişman olursun, hapise girmek istemezsin. Ama sonra, şaşkınlığın geçer. 'Ben yaptım' dersin kendi kendine. Sonra da alışırsın. Bu hissi sevmeye başlarsın ve daha çok insan öldürürsün. Hobi haline gelir artık.

Benim gözümden insan öldürmek bu. Peki, Lee Minho'nun gözünden insan öldürmek neydi? Hırsını alabileceğin bir aktivite mi? Yoksa, bir intikam mı?

Hiç bir insan, katil olmayı kendisi istemez. Katil yaparlar. Peki Lee Minho, o da mı istemedi katil olmayı?

Kafamı sallayarak ofladım. İlk kez korktum. Nedenini bilmiyorum, ama yaşamak istedim ilk kez. Belkide haklıdırlar. Bazı şeylerin değerini kaybedince anlarsın..

Ben canımı kaybetmenin eşiğindeydim. Ama kimse geçmedi aklımdan. Ne Ryujin, ne Felix, ne babam. Sadece kendimi düşündüm. Yaşanacak o kadar anılarımı düşündüm. Belkide bencil biriydim.

Kapının çalınmadan açılmasıyla bakışlarımı oraya çevirdim. Ryujin gelmişti. Geldiği gibi de üzerime atladı. "Korktum orospu çocuğu! İnsan bir haber verir yurttayım diye!" Sımsıkı sarıldı bana.

Arkasından da Felix ve diğerleri gelmişti. Ama ben konuşacak durumda değildim. Konuşmak istemiyordum.

×××


Yine o lanet merdiven...

Yine o lanet kapı...

Ve elimde yine o lanet anahtar...

Neden geldim? Amacım ne? Ölmek mi istiyorum? Hayır.

Hayatımda ilk defa bir katile rastladım. Tam nefesimin dibinde. Gözleri gözlerimle buluştu. İçim titredi. Nasıl bu kadar korkutucu olabilmişti? Katil olduğu için değil...

Kara şahin olduğu için olduğu için korkmuştum...

Ama öğrenmek istiyordum. Neden katil olduğunu, O 134 kişinin ona ne yaşattığını, nasıl korkmadığını..Hepsini öğrenmek istiyordum.

'Bir insan neden katil olur' sorusunun cevabıydı o. Ve ben bu cevabı öğrenmek istiyordum.

Benimle derdi olmadığını söylemişti. O halde, kiminleydi derdi? Kim söndürmüştü hayallerine giden yolunun ışıklarını? Ben bunu öğrenmek istiyordum. Korkuyordum ama kendime engel olamıyordum.

Ya da boşversene, iki haftadır kendimi yeterince tutuyorum zaten.

Kapıya yaklaştım ve anahtarı kapı deliğine yerleştirerek çevirdim. Korkudan ellerim titriyor olsa bile artık düşünmek istemiyordum. Bu adam benim psikolojimle oynamıştı.

Kapıyı yavaşça aralayıp kafamı içeriye soktum. Kimse yoktu. "Demek bazen dışarıya çıkabiliyormuş.." Odanın içerisine girdim. İlk geldiğimde hiç dikkat etmemiştim. Normal bir oda gibiydi. Bazı şeyleri saymazsak...

Gri tonlarında sade bir odaydı. Masa vardı, sandalye vardı, üzerinde de birsürü defter ve kağıt vardı. Kafamı sağa çevirdiğimdeyse, bir yatak görmüştüm. Yatak mı? Evsiz miydi acaba? Yani tüm gününü burada mı geçiriyor?

Kafamdaki soruları boş verip masasına doğru ilerledim. Elime rastgele bir kağıt aldım ve okumaya başladım.

"Min Yoongi, Park Jimin.." Kaşlarımı çatarak listenin devamını okurken gözüme takılan isimle korkuyu iliklerime kadar hissettim.

Kim Namjoon...

Benim babam..

-----------
Mrb

Herşeye ficin sonu için başladım. Emin olun ister ortaları olsun, ister sonu olsun. Çok güzel bir şey çıkacak ortaya.

Stuller/MinSung [omegaverse]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin