Ensemdeki ağrıya uyandım. Gözlerimi aralamak için beynime bir uyarı gönderdiğimde fazlasıyla parlak bir ışıkla karşılaşan gözlerim birkaç milisaniye içerisinde istemsizce tekrar kapandı. Nerede olduğumu anlamaya çalışırken bir yandan da ışığa alışması için gözlerimi kırpıştırıyordum. Tam o sırada bileklerimdeki baskıyı fark etmiş olmalıyım ki şaşkınlıkla gözlerimi bileklerime çevirdim. İki el bileğim de buz gibi olan metal bir boruya kelepçelenmişti. Yerde uzanıyordum ve kollarım tam üstümdeki boruya bağlı bir şekilde havada duruyorlardı. Kalbim hızlanmaya başladı. Hiçbir şey hatırlamadığımın farkına vardıkça kalp atış şiddetim daha da artıyordu.
İsmim, diye düşündüm, ismim neydi benim? Aklımda hiçbir şey belirmiyordu. Panik hissi sinsice damarlarımda ilerlerken tıpkı içimde dolaşan kan gibi kalbimde son buluyordu. Ailem? Hayır, yine hiçbir şey yok. Bir an bayılacak gibi olmuştum, sanki hiçliğin ortasından gelip bu parlak ve soğuk odanın içerisine düşmüştüm.
Sakin olmam gerektiğinin farkındaydım ama bu konuda pek de başarılı olduğum söylenemezdi. Yine de sakinleşmek için kendime birkaç dakika verdim. Artık iyice aklım başıma geldiğinde bir nebze olsun kendimi toparlayıp ikinci aşamaya geçtim; kurtul ve kaç. Yapabileceğim en mantıklı şey bu olmalıydı.
Etrafımı inceledim. Buz gibi bir zeminde yatıyordum. Kollarım asılı kalmaktan uyuşmuş bir haldeydi ve kelepçeyle bağlandıkları bu sonu hiçbir yere varmayan boru hariç odanın içerisinde hiçbir şey yoktu. Bir dakika .Odanın tam artasında kırmızı bir cisim parlıyordu. Bu bir elmaydı. Tam o sırada ne kadar acıktığımı fark ettim, oysa ki bunun hiç sırası değildi.
Bağlı olduğum borudan güç alarak önce doğruldum, sonrasında ayağa kalktım. İki büklüm bir şekilde etrafta bir anahtar aradım. Hala boruya bağlıydım ama neyse ki boru ayakta durabileceğim bir yükseklikteydi. Boruyu zorlamak için sert bir şekilde kendimi geri çekmemle ayağımın kayması bir oldu. İlginç bir şekilde yere düştüm ve cebimden fırlayan metal bir şeyin sesiyle irkildim.
Bu bir anahtardı. Bu kadar kolay olamaz, diye düşündüm. Yine de her mantıklı insanın yapacağı gibi o anahtarla bileğimdeki kelepçeden kurtulmayı deneyecektim. Ama ellerimle ona ulaşmam imkansızdı. Ben de acil durumlar için sakladığım ağzımı bu iş için kullanmaya karar verdim.
Adrenalin öyle bir şeydi ki, kendi ismimi hatırlamıyor olmama rağmen bulunduğum yerden kurtulmak için anlamsız bir çaba gösteriyor olmam bana hiç de absürt gelmiyordu.Dudaklarımın arasındaki metalin tadını aldığımda adeta ağzımla kuş tutmuş gibi sevinmiştim.Anahtarı doğruca sol elime bırakıp büyük bir çabayla bileğimi bükerek kilidi açtım.
Rahatlayan bileklerimi ovuşturup dikkatlice geri bir adım atarken derin bir nefes aldım. Peki ya şimdi? Arkamı döndüğümde kesinlikle daha önce orda olmayan bir kapıyı fark etmemle kalp atışlarım tekrardan hızlandı. Tek seçeneğimin o sonradan var olan kapı olduğuna inanmak istemediğim için etrafa tekrardan bir göz attım ama bomboş duvarlar hariç hiçbir şey göremedim.
Derin bir nefes alıp kapıya doğru birkaç adım attım. Önce kulağımı yaslayıp kapıyı dinledim, ses gelmediğini fark ettiğimde ise yavaşça kapı kolunu indirdim.