Az önce bulunduğum odanın aksine zifiri karanlık uzunca bir odayla karşılaştım. Kabul etmeliydim ki ilerlemeyi hiç istemiyordum, ama başka bir şansım olmadığının da farkındaydım. Yavaşça ilerlemeye başladım.
Ne kadar süre karanlıkta ilerledim bilmiyorum ama arkamda kalan odanın ışığı tamamen kaybolalı baya bir olmuştu. O ana kadar tek duyduğum şey ayak seslerim ve nefes alış verişim iken bir anda duyduğum kısık ama derinden gelen sesle irkildim.
''Neyi bekliyorsun?''
Cevap vermek istedim ama sesimin çıkmadığını fark ettiğimde panik bir kez daha boğazımdan kalbime doğru harekete geçti. Ağzım hareket ediyor ama ses tellerim hiçbir şey yapmıyorlardı.
Aynı sesin bu kez sinsice kıkırdadığını duydum.
''Ölmek için...Neyi bekliyorsun?''
Ölmek. Hepimiz ölmeyi beklemiyor muyduk?
''Sen...Sen ölmeyi beklemiyorsun, sen ölmeyi istiyorsun!''
Zihnimde kurduğum cümleye gelen karşılıkla bir an ne yapacağımı şaşırdım. Karşımdaki her kimse zihnimi okuyabiliyordu.
Bir kıkırdama daha. Hayır hayır, bu daha çok bir kahkahaydı.
''Ben senin zihnini okumuyorum. Ben senin zihninin ta kendisiyim!''
Kafam oldukça karışmıştı. Ama zihnim olduğunu iddia eden her kimse ondan başka bir cevap alamadım. Bana cevap vereceğini umarak Buradan nasıl çıkabilirim? düşüncesini aklımdan geçirdim.
Derin bir sessizlik.
''Buradan çıkamazsın.''