9

52 14 9
                                    

Yeşil gözleri önce bana, ardından ceketinden sızan kana döndü. Omzunda, derinin deforme olduğu yeri görebiliyordum. Kan kolundan ince bir yol çizerek parmaklarına yayılıyordu. Umursamazca "Yalnızca bir sıyrık," derken yanımda diz çöktü. "İyi misin?"

"Tabi." Kollarımı dizlerime doladım. "Bu benim hayatım."

Derek bu söylediğimi duymaktan pek hoşnut değildi ama fazla üsteleyecek vakti yoktu. Isaac'e bakıp "Araba iki sokak aşağıda," diye belirtti görev bilinciyle. "Güvenlik ekibi keskin nişancıyı kovalıyor ama etrafta başka birileri var mı bilmiyoruz."

"Barın içinden geçip arka çıkıştan çıkarsak kestirme olur," dedi Isaac. Birkaç metre ötede, neon ışıkları gündüz olduğu için yanmayan bir tabelayı işaret ediyordu.

Derek kanlı parmaklarını kulağına götürüp "Tilki'yi götürüyorum," diye haber verdi. Beni kollarımdan tutup kaldırırken dişlerini birbirine geçirdiğini, sol elinin tutuşunun daha gevşek olduğunu fark ettim.

"Acıyor mu?" diye sordum.

"Beni boşver," dedi keskin bir şekilde. "Sen yürümeye odaklan."

Lydia'yı Scott'la ortamıza alıp Isaac'in peşinden bara daldık. Derek hemen arkamda, yaklaşmaya çalışan bedenleri ittirerek ilerlediğimden emin oluyordu. Ses, ter kokusu, alkol, ışıklar, her şey başımı döndürüyordu ama Lydia'nın belini tutarak titreyen bedenini ilerletmesine yardım ettim ve arabaya varmaya odaklandım. Derek'in eli sırtımdaydı. Devam et diyordu. Ben de devam ettim.

Arka kapıdan çıktığımızda arabayı bıraktığımız sokağın sağda kaldığını fark ettim. Gerçekten de kestirmeydi. Derek bizi arabaya yönlendirdi. Her hareketi hızlı ve akıcıydı. Önce benim arabaya bindiğimden emin olurken bedenini üstüme siper etti. Ardından Lydia'yı oturttu ve Isaac de Scott'ı yanıma sıkıştırıp ön koltuğa geçerken adamı durdurdu.

"Sen kullansan iyi olacak," dedi duymadığımı düşünerek. Ama sesleri boğuk da olsa camların ardına ulaşıyordu. Belli belirsiz kolunu işaret etti ve Isaac tek kelime etmeden direksiyonun başına geçerken Derek de yolcu koltuğuna çöktü.

Şaşırtıcı bir şekilde eve sorunsuz ulaştık. Lydia yol boyu ağladığı için sırtını sıvazlayıp elini tuttum. Scott dizlerini sallayıp duruyordu. Bende ölçüsüz bir sakinlik vardı. Ne titriyor, ne sesimi çıkarıyordum. Derek'le dikiz aynasından göz göze geliyorduk. İyiydim. Bir şeyim yoktu.

Titreyen Lydia'yı eve sokan Kira'yla Madam giderken arabanın yanında amaçsızca durdum. Derek kapı güvenliğine ve geri kalan güvenlik ekibine araziyi kontrol etmelerini söylerken arabadan indi. Kapıyı kapatır kapatmaz elleri omuzlarımı kavradı. "Stiles, kendine gel."

Geçti, diyen sesini anımsadım. Daha bir süre önce evin salonunda yine böyle bakıp geçtiğini söylemişti.

"Tavşan öldü," dedim. Neden söylediğimi bile bilmiyordum ama o an ağzımdan çıkarabildiğim tek şey bu oldu.

Derek'in yüz hatları yumuşarken eli kolumda kaydı, kanlı parmaklarını benimkilere doladı. Tutuşu omzundaki yaraya rağmen güçlüydü. "Biliyorum, üzgünüm."

Sesindeki sakinlik ve yumuşaklık beni gafil avladı. İçimdeki bir şeyi kırdı. Bir kapak açıldı. Kollarına yığıldım, o da tek kelime etmeden beni yakaladı. "Öldü," dedim. "Kucağımdaydı."

Derek bir kez daha "Biliyorum," dedi.

Konunun tavşanla ilgisi yoktu.

Hava kararırken Madam hepimize sıcak çikolata yapmış, şöminenin önünde hazırladığı puflara oturtup üstümüzü battaniyelerle örtmüştü. Lydia hâlâ zaman zaman hıçkırıyordu ama sakinleşmişti. Scott'ın sesi soluğu çıkmıyordu. Benim aklım tamamen Derek'teydi. Tedavi olmak için gitmişti ve gideli saatler oluyordu ama ne gelen vardı ne giden.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 10 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

the guard and his fox | sterek [b×b]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin