Babamın dönüşünden sonra her şey daha da kötü oldu. Değişen çok bir şey yoktu ama babam benim seslere olan duyarlılığımı algılayamıyordu. Masada aniden bir telefon geliyor, yumruğunu masaya indirip beni felç ediyordu. Derek'i görmüyordum. Ben evde olduğum sürece içeri girmesini yasaklamıştı anlaşılan. İlaçlarım hızlı tükeniyordu. Uykularımdan, beni kaçırmaya çalışan maskeli adamların bulunduğu yeni bir kâbusla uyandığımda ne bahçeye çıkabiliyordum ne de salona inebiliyordum. Odamda kapana kısılmıştım. Her şey bok gibiydi.
Bir öğleden sonra ön kapı çalana kadar öyleydi en azından.
Holü geçerken durup gelenin kim olduğunu görmek istedim ve Kira'nın açtığı kapının ardında Lydia Martin belirdi. Ağzımdan anlamsız bir çığlık dökülürken "Lydia!" diye üstüne koştum. Bütün kan başıma toplanmıştı sanki. "Aman Tanrım! Lydia! Dönmüşsün!"
Lydia buklelerini savurup onu kucaklamama izin verdi. Yüzümü saçlarına gömüp bahar gibi kokan parfümünün tadını çıkardım. Geri çekilirken burun kıvırarak duvarın kenarını işaret etti. "Çantamı şuraya bırakabilirsin."
O âna kadar elinde epey hacimli bir bavulla bekleyen Derek'i fark etmemiştim. Kendine söylendiği gibi bavulu kenara bırakmasını izledim. "Derek, şey..." Günlerdir onu görmüyordum. Söyleyecek bir şeyim yoktu ama her nedense sesini duymak istemiştim.
"İhtiyacınız olursa çağırmanız yeterli," diyen Derek başka bir şey söylemeden kapıyı çekip gitti.
Lydia uzun kirpiklerini kırpıştırırken "Kim bu?" diye sordu.
"Yakın korumam," dedim iç çekerek.
"Bu kadar kısa zamanda bir tane daha mı?"
Yüzümü buruşturdum. "Babamı biliyorsun."
Çantasını işaret edip taşımamı söyledikten sonra "Böyle yakışıklıları nereden buluyor anlamıyorum," diye söylendi.
"Lydia." Alınmış gibi somurttum.
Sırıttı. "Ah, elbette bir numaram sensin Stiles, canım." Uzanıp yanağıma ıslak bir öpücük kondurdu. Geri çekilip yüzüme memnuniyetle baktı.
Burada olduğu için o kadar mutluydum ki, sevinçten zıplayacak kıvamdaydım. "Nasıl geldin?" diye sordum sabırsızca.
"İki haftalık aram vardı," dedi kendini koltuğa bırakarak. O kadar mutluydum ki birkaç gün öncesine kadar koltuğun önünde yatan cesedi düşünmedim bile. "Araştırma hızlı ilerleyince biraz izin koparabildim. Beni gördüğünüze sevinirsiniz diye düşündüm."
Eğilip alnından öptüm. "Tahmin bile edemezsin!"
"Ah, ediyorum," dedi göz devirerek. "Hayatın bok çukuruna dönmüş. Senin yerinde kim olsa Lydia Martin'e ihtiyaç duyar."
"Açık sözlülüğünü bile özlemişim."
"Bıraktığımdan daha da aptalsın," diye güldü.
Lydia konuşacak çok fazla konusu olan biriydi. Konuşacaklarının bitmesinden endişelenmem gerekmiyordu. Lydia etraftayken adımı bile unutabiliyordum. Dikkat dağıtıcılıkta bir numaraydı. Nitekim sürekli inişte olan mentalitem onun gelişiyle birlikte yükselişe geçti.
Onu yerleşmesi ve duş alması için odasına bıraktıktan sonra seke seke mutfağa, çilekli pasta yapması için Madam'a yalvarmaya gittim. Derek kapıda, muhtemelen Lydia'ya ait olan birkaç poşeti Kira'ya teslim etmekle meşguldü. Kira poşetlerle yukarı çıkarken kapının karışısında durup ona baktım. O da bana baktı ama yüzümde her ne gördüyse çatık olan kaşları donuk maskesinin ardında kayboldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the guard and his fox | sterek [b×b]
FanfictionBir ömrüm daha olsa, onu da sana verirdim. ___ General Stilinski'nin oğlu olarak Stiles'ın kolay bir hayatı olmamıştı. Her zaman uçurumun kıyısında, tehlikenin gözüne bakıyordu. Hayatına kim girerse girsin, kısa bir süre sonra ölüyordu. Ölüm onun ha...