2

148 29 30
                                    

Elimdeki dizüstü bilgisayarı havada sallayarak merdivenleri inerken "Derek!" diye bağırdım. Basamakları ikişer ikişer inerken ayağımdaki terlik fırladı ve boştaki elimle tırabzanlara tutunmak için çırpınırken düşmeye başladım.

Tam zamanında merdivenlerin dibinde beliren Derek iri göğsüyle düşüşümü durdurup belimden tutarak yeniden dengemi kazanmamı sağladı. Gözlerimi kapatıp titrek bir nefes aldıktan sonra küfrettim.

Ben günah çıkarırken "Ne oldu?" diye sordu Derek beni baştan aşağı süzerek. Gözleri muhtemelen herhangi bir yaralanma arayarak bedenimi inceliyordu. "Odanızda biri mi var?"

"Şey, eee, hayır." Son basamaktan atlayıp ensemi kaşırken gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım. Belki de sesim feryat eder gibi çıkmıştı.

"O zaman?" Kaşları çatık, cevap bekledi.

Bu adamın kaşları hiç düzelmez miydi?

Yanından geçip salona ilerlerken "Sorun yok," diye güvence verdim. Elimdeki bilgisayarı sallayıp kendimi köşe koltuğa bıraktım. "Her şey yolunda. Bir an çok heyecanlandım, hepsi bu."

Derek gelip tepemde dikilirken "Hepsi bu mu?" diye çıkıştı. Gözleri -itinayla bakım yapılan bahçemizden daha yeşillerdi- beni ezmeye hazır bakıyordu. "Tehlikedesiniz sandım! Neden biri sizi boğazlıyormuş gibi bağırıyorsunuz?"

Bilgisayarı kaldırıp yüzüne doğru tuttum. "Şuna bak!"

Ekrandaki sayfaya üç saniyeliğine baktı ve ânında ilgisini yitirmiş gibi göz devirip arkasını döndü.

"Hey!" Koltuğun sırt kısmından sarkıp ceketini yakaladım. "Nereye gidiyorsun? Hale dediğinde anlamalıydım ama o kadar suratsızdın ki sana sinir olmakla meşguldüm." Ulusal Güvenlik Ajansının yöneticisi Talia Hale'in resmine bakarken ıslık çaldım. Çatık kaşlar. Sert bakışlar. "Benzerliği görebiliyorum. Sen kesinlikle onun oğlusun."

Ceketini elimden kurtarmaya çalışırken "Bunun ne önemi var?" diye homurdandı.

"Bizzat kendi oğlunu beni korumaya göndermiş!" Bu iç karartıcı bir haberdi. Biri kendi oğlunun canını hiçe sayıp neden bir başkasına kalkan olmasını isterdi ki?

Üstünü düzeltirken donuk bakışları geri geldi. Bilgisayarın kapağını sertçe bastırıp kapatırken "Hazırlanıyor olmanız gerekiyordu," dedi. "Geç kalıyoruz."

Bilgisayarı tutan ellerim kasılırken ayağa kalktım. Bütün neşem havaya karışmıştı. Merdivenlere yönelirken "Beş dakikaya çıkarız," diye mırıldandım.

"Ön kapıda bekliyorum," diye cevap verdi.

Arkasından bakıp kaskatı yürüyüşünü inceledim. Geleli bir haftaya yaklaşıyordu ve bu süreçte onu yemek saatleri dışında neredeyse hiç görmemiştim. Hep evde bir yerlerde olduğunu biliyordum -merdivenlerden düşüp burnumu kırmamam da bunu destekliyordu- ama hayalet gibiydi. Tadına baktığı bir yemekte, bana Stiles demesini tekrarlamıştım ama bunu yapmıyordu. Ben de üstelememiştim. Yemekler dışında odamdan çıkmadığım için de görüşecek sebebimiz olmamıştı.

Odamın kapısını kapatıp derin bir nefes aldım. İki aylık kaçıştan sonra artık fare deliğimden çıkıp derslere dönme vaktiydi. Ama ne zaman okulu düşünsem aklıma Danny geliyordu ve kilitlenip kalıyordum. Danny derslerde sınıf kapısında bekler, ders aralarında benimle kahve içer, bahçede yürürdü. Scott'la çoğu günümüz birbirine uymadığı için Danny onun boşluğunu doldururdu.

Tişörtümün üstüne kareli gömlek geçirirken bunu atlatmam gerektiğini tekrarlayıp durdum. Bilgisayarımı ve defterimi postacı çantama tıktım. Telefonumu cebime atıp alt kata indim. Kira kucağındaki kağıt poşetlerle holde durup beni inceledi. "İyi olacak mısın?"

the guard and his fox | sterek [b×b]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin