bar¹²'²

46 8 19
                                    

Birtakım sesler duyuyordum ancak ne olduğunu kestiremiyordum. Etraf kapkaranlıktı. Hiç kimse yoktu. Ben bile yoktum. Kendimi göremiyordum. Yere baktım. Ellerime, ayaklarıma, bir gölge olarak bile göremiyordum. Boşlukta gibi hissediyordum. Atlasam biri kurtaracak mıydı yoksa herkes sonumu mu bekleyecekti? Atlayamıyordum. Hâlâ bir şeyler engel oluyordu. Gözlerim mi kapalıydı? Ölmüş müydüm? Korkuyordum. Herhangi bir uzvumu kullanmak istemiyordum. Ölmek istiyordum. Çok korkuyordum. Gelmişti. Aklıma gelmişti. Genzo Wakabayashi gelmişti aklıma ve ben ondan korkuyordum. Bana yapacağından korkuyordum. Bana yapacaklarından. Hatta bundan dolayı hiçbir uzvumu kullanmak istemiyordum. Belli belirsiz sesler gelmesine rağmen gözlerimi açmak istemiyordum, açamıyordum. Ben ne kadar bunu istemesem de, yapamasam da kulaklarım çınladı. Öyle çınladı ki, eğer şimdi uyanmazsam hiçbir zaman uyanamayacaktım. Genzo Wakabayashi söyledi bana bunu. Ya beynime girmişti ya da ben bundan sonra herkesi onun gibi duyacak, onun gibi görecek ve onun gibi hissedecektim. Genzo Wakabayashi'yle ortak olmuş tanrının bana verebileceği en büyük ceza buydu ve biliyordum ki ben milyarlarca Genzo Wakabayashi'nin içinden gerçek olanı merhametiyle bulabilirdim ama en çok emin olduğum şey, bu merhametin bana olmadığı ve Genzo Wakabayashi'nin bu merhameti asla görmemesiydi.

"Uyanmıyorlar, ölmüş bile olabilirler."

Geri geldim, dünyadaydım. Genzo Wakabayashi'den hâlâ korkuyordum.

Bedenim, yanağım soğuk tahtaya çarptı, gözlerimi hafifçe araladım. Korktuğum yüzden tamamen farklı kişilerdi. Uzanıyordum. Kulağımın çınlaması yavaş yavaş azalırken neler konuştuklarını daha iyi kestirebiliyordum. Uzandığım yerde yavaşça doğruldum, daha hiçbir şeyi idrak edememişken yakalarıma sarılan eller sırtımın sertçe oturduğum banka çarpmasına neden olmuştu.

"Ne bok yediniz siz?!"

Dişlerini sıkıyordu, gözlerindeki alevi görebiliyordum. Yakalarımı öyle sert tutuyordu ki boğuluyordum ve biliyordum ki beni istese orada işkence oyuncağı yapardı Carlos Santana.

"Yapma şunu."

Başka bir beden, Carlos'u sertçe üstümden çekmişti. Amacı can yakmak değildi ama dokunuşuyla bile bir insanı öldürebilir gibi duruyordu. Boyu aşırı uzun, vücudu aşırı yapılıydı.

"Bana bak Margus, bu geri zekâlılar yüzünden Natureza şu an bu hâlde ve bu oruspu çocuğunun elebaşları olduğundan eminim!"

'Elebaşı' diye kastettiği kişi bendim ama pek umurumda olmamıştı. Bağırmaları yanımdaki bedenlerin de kıpırdamasına sebep olmuştu.

"Geldik mi?"

Schester'nın uykulu sesine karşılık, Margus tıslama edasıyla gülmüştü.

"Prenses güzellik uykusundan uyanmış."

Margus alayla gülerken geriye çekilmişti. O sıra başka bir bedeni daha fark edebilmiştim. Uzun saçlarıyla, hiçbir şey yapmıyor, sadece keskin bakışlarla karşıyı seyrediyordu Xiao Junguang.

Seslenmemizle birlikte, Levin ve Natureza kıpırdanmış, gözlerini ağır ağır aralamışlardı.

Fark ettiği an da, Natureza'nın önüne geçmişti Santana. Ellerini yüzüne koymuştu.

"Natureza, iyi misin? Duyuyor musun beni? Kendini nasıl hissediyorsun?"

Art arda sorular sıralıyor, dili birbirine dolanıyordu. Natureza ise hiçbir şey demeden ona bakıyordu.

Aynı şekilde hiçbir şey dememiş, bir nefes vererek ayağa kalkmıştı, gözlerini biraz olsun devirmişti. Tabii ayağa kalkmasıyla geri oturtulması bir olmuştu.

change families ✰ schneigenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin