Dışarı parça parça soğuk,
İçeri içimden yaralı...
Sokaklarda sessizlik,
Huzursuzluk gibi kara
Aklımdan çıkmayan sesler gibi solgun yüzüm...
Solgun yüzümBunlar sana, ömrü kararmış defterim...
Bir kış akşamı, mahalle sokaklarından birinde küçük bir kafede oturuyordum. Uzun zaman sonra dışarı çıkabilmiştim. Hava, yaşadığım bu şehirde hiç olmadığı kadar hüzünlüydü. Pencereden dışarı baktığımda, sararmış yaprakların rüzgarla savrulmasını izlerken, kafamda beliren düşünceler giderek yoğunlaşıyordu. İnsanların aceleyle geçtiği sokakta, yalnızlık ve melankoli hissi içimi kaplamıştı. Kafenin içine dolan hava, kahvenin keskin kokusu ve fonda çalan klasik müzik, anılarımı canlandırıyordu. İçimi hoşnutlukla huylandıran kimi anılar...
Tam karşı masada oturan genç bir kadın, bir elini fincanına dayamış, diğer eliyle sayfalarını hızlıca çevirdiği kitabına dalmıştı. Yüzündeki ince çizgiler, ruhundaki derin kederin izlerini taşıyordu. Hafif çatılmış kaşları kitabı ne denli ciddi incelediğine işaret ediyor, yerinden şikayetçi saçları gözlerinin önüne düşüyordu. Gözleri zaman zaman uzaklara dalıyor, sanki geçmişten bir şeyler arıyordu. Onun bu durgun hâli, bir an için beni kendi melankolime çekti. Genç kadının iç dünyasına duyduğum merak, zihnimde dolanan düşüncelerle birlikte büyüdü. Bu, sıradan bir merak değildi. Rüveyha'mı bana anımsatan bu yüz ifadeleri merakımı artırmıştı.
Kadının kitabına gömülmüş hâli, bana gençliğimi hatırlattı. O zamanki hayallerim, arzularım ve kayıplarım... Hepsi bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Aniden içimde bir yerlerde, derin bir sızı hissettim. Gençliğimde de böyle kış akşamlarında kitaplara sığınır, onların sayfalarında kaybolurdum. Her bir cümlede kendimi bulur, karakterlerin acılarını ve sevinçlerini paylaşırdım. Bir kaçış vardı sanki. Bir tür sığınma gibi... Acılardan ve daha derin ızdıraplardan kaçınma gibi. Benim de bazen zavallı defterime yüklendiğim zamanlarım oluyordu. Bu yükü taşımaya çalışan defterim kenarlarından yıpranmaya çoktan başlamıştı bile. Bu kadın da buna benzer bir kaçış mı arıyordu acaba?
Zihnimde beliren bu düşüncelerle, kafenin sessizliğine kulak verdim. Her bir ses, her bir hareket, insan ruhunun derinliklerine dokunan bir melodi gibiydi. Gençliğim adeta gözümün önünden geçti. Yaşlanmış, yıpranmış, hayata karşı sendelemiştim.
Sesler... Garsonun tepsiyle masalar arasında dolaşması, fincanları birbirine çarpması, mırıldanılan birkaç kelime... Hepsi, yaşamın küçük ama anlamlı anılarını oluşturuyordu. Genç kadının arada bir derin nefes alışı bile, bu huzurlu atmosferin parçasıydı. Huzur... Bu kadar mı uzaktın bana? İçimi kavuran acıları devirebilecek kudrete sahip değil misin?..
Bir süre sonra, kadın kitabını kapattı ve gözlerini pencereye dikti. Dışarıda yağmur başlamış, sokak lambalarının ışığında minik damlalar parlıyordu. Kadının yüzünde bir an için beliren hüzünlü ifade, yağmur damlalarını yansımalarıyla birleşip büyüdü. Bu hüzünlü manzara, içimdeki duygusal fırtınayı daha da şiddetlendirdi. Kadının sessiz çığlıklarını duyabiliyor gibiydim. Yaşadıklarını yaşamış, dejavunun en derin havuzuna dalmış gibi hissetmiştim kendimi.
Kafenin sıcak atmosferi, dışarıdaki soğuk ve karanlık dünyaya karşı bir sığınaktı adeta. İçerideki insanların her biri, kendi hikâyeleriyle bu sığınağa gelmişti. Genç kadın da bunlardan biriydi. Onun da bir geçmişi, acıları, belki de kaybettiği hayalleri vardı. Gözlerinin derinliklerinde kaybolan bu hüzün, onun iç dünyasının yansımasıydı. Yansımalar... Sadece aynadan ibaret değildi. Ve asimetrik... Yüzdeki gülümsemeler yansımalarda ağlıyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Andı "SON"
RomanceAdım, Cengiz. Doğum 1987. Kaldığım ev anamdan babamdan kalma bir gecekondu. Ne çirkinliği var evin beni üzecek ne de albenisi var öyle. Sadece şükür; tepemde duvar, sağımda, solumda, önümde, arkamda duvar. Bahçesi var az, evden çıktığımda etrafımı b...