Göğsümde bir sancı,
Gözümün görmediği yancı;
Uykumun kollarında kanatları,
Küle dönmüş her bir yanı...Bulamadım seni yalancı...
Hani bazı anlar kaybolmuş hissederdi insan. Kalbin yeri göğüs kafesiyken göğü bile beğenmezdi özgürlüğünde. Ellerin durması gereken yerin üstündeyken başka evrenlerde gömülü bir hazineyi arardı ama dokunamazdı, yakalayamazdı senin olanı.
Zihin kilitli kapılardan oluşurdu. Kimi kapıların ardından hayaletler gezinir, çamur kaplı bataklıklardan kötülükler fışkırırdı. Kimi kapıların ardında ise merhamet vardı. En tehlikeli duygu. Birine merhamet etmenin getirisinin ne olabileceğinden ise kimsenin haberi yoktu.
Bedenim tarifi olmayan bir rahatlık içindeyken yattığım yatak daha önce hiç hissetmediğim kadar evimde hissettiriyordu. Gözlerim kapanmış ve bir daha açılmayacak gibi hissetmeme neden olmuştu. Kuş tüyü bir yatağın üstünde yatıyordum sanki ama yattığım yerin normal bir yatak olduğunun da farkındaydım. Gözüme giren güneş ışığı yüzünden tek gözümü zorla araladığımda nerede olduğumu ve ne zaman olduğunu idrak etmem çok zor olmuştu. Elimle gözlerimi ovuşturdum ve ağrıyan boynumu tutarak yatakta doğrulmaya çalıştım.
Gözlerim odağını yeni kazanırken etrafıma bakınmış ve burasının benim kaldığım oda olmadığını anlamıştım. Bakışlarım yanıma düştüğünde onu yüz üstü yatarken bulmuştum. Yüzü bana doğru dönüktü ama yüzünün yarısını görebiliyordum yine de gözünün altındaki kırmızı doğum lekesine benzettiğim o izi görebilmiştim. Üstü çıplaktı altında ise dünkü giydiği kot pantolon vardı. Eli yana doğru açık duruyordu. Elimi tutmuştu ben uyanmayayım diye ama sanırım yakın bir zamanda ellerimiz ayrılmış ve temas kesilmiş olmalıydı. Sanırım bu yüzden uyanmıştım. Onu uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça yataktan kalktıktan sonra gözlerimi odanın içinde gezdirdim. Burası onun odası olmalıydı. Küçük bir odaydı tek bir cam vardı ama epey büyüktü. Dolaplar ve neredeyse eşyaların hepsi koyu ahşaptı. Eski koyu renk bir halısı vardı. Duvarların bomboşluğuna karşılık pencerenin altı yine tuhaf bitkilerle kaplıydı. Çiçeksiz bitkileri seviyor olmalıydı.
Gözlerim yine ona değdiğinde yarasının üstüne yattığı için ufak bir endişe duysam da artık iyileşmiş olabileceğini düşündüğüm için onu kaldırmadan odadan çıktım. Üstündekiler dün akşamdan kalmaydı ve bu kadar uyumaya alışık olmayan bedenim de kasılmış durumdaydı. Saate göz attığımda öğlen üçe geldiğini görmek beni ufak bir şoka soksa da hızla girdiğim şoktan sıyrılıp eşyalarımı aldım ve duşa girdim. Birkaç saat sonra hazırlanıp akşam için çıkmamız gerekecekti.
Yine onun olan şampuanı kullanıp banyodan çıktıktan sonra kendime aldığım vücut parfümünü sıktım ve dişlerimi fırçalayarak aşağı kata indim. Onunla uyumuş olmak fazlaca tuhaf gelse de bunu düşünmemeye çalıştığım için kendimi oyalayacak bir şeyler arıyordum. Dolaptan domates ve peynir çıkardıktan sonra hızlıca iki tane tost hazırlamıştım. Tan mutfağa geldiğinde bacaklarımın arasında dolaşmış ardından yanıma oturarak beni izlemeye başlamıştı.
"Tan bazen göremediğini unutuyorum. Bana bakıyormuşsun gibi geliyor." Tan bir kez havlamıştı.
"Evet salağım biraz biliyorum." Tan bir kez daha havladı.
"Karnın aç mı?" Tan iki kez havladı.
"O zaman sanırım susadın?" Tan iki kez havladı.
"O zaman benden ne istiyorsun?" Tan üç kez havladı. Ona bakakaldığımda bunu düşünmeye başladım.
"Üç kere havlamanın alfabemizde olduğunu sanmıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ceviz Kabuğundaki Akrep
FantasyGece günde, Uyku gözlerinde, Söylesene, sevgilim nerede?