8. Randevu

328 53 64
                                    

Harry sadece toprağı eşeleyip kendini o çukura gömmek istiyordu.

Niall'ın insan üstü bir hızda kendisine birini ayarlamış olması nasıl bir mucizeydi? Tanrı aşkına... Bir de yetmemiş gibi çikolata fabrikası olan biriyle ayarlamıştı! En yakın arkadaşının rehberinde neden çikolata fabrikası olan bir iş insanının numarası olurdu ki? Yemeklere olan düşkünlüğünü biliyor olsa da bu durum fazlaydı işte! Sorduğunda biz zenginiz demişti. Elbette...

Niall'ın babası da tıpkı kendi babası kadar zengindi; büyük bir spor markasının sahibiydi, böyle olmak bazen milyoner dostlar ortaya çıkarıyordu. Eh... Bir marka sahibine kendisini ayarlaması zor değildi.

Derin bir nefes aldı, kulaklarına salkımlı damla şekilli incili küpelerini taktı. Gideceği yer gerçekten ihtişamlı bir yerdi, The Bygone... Babasının parasını yediği dönemlerde lüks bir restorana gitmek haftalık akşam rutini olurdu. Gitmeyeli uzun zaman olmanın yanı sıra oraya göre özenli bir kıyafet giymek de istemişti.

Yakası V şeklinde açık, kolları ve sırt kısmı siyah transparan tüllü, önü vişne çürüğü rengi ipek kumaşla kaplı olan bir üst giymişti. Siyah tüllü uzun kolları bir çan gibi açılarak hem tenini sis misâli ardında gösteriyor hem de tüller parmaklarına uzanarak zarif minik vişne çürüğü çiçek desenleriyle hoş bir görünüm sergiliyordu. Arkasındaki transparan taraf, sırtındaki minik benleri belirtmekten kaçınmıyordu.

Yüksek belli, bol, hafif bir kumaştan siyah pantolon giymiş, mokasen siyah ayakkabılarını ayaklarına geçirmişti. Buklelerini dolgun hâle getirmiş, başının sağ yanına vişne çürüğü renginde küçük bir toka takmıştı. Boynuna zarif ince kolyeler takmış, güzel kokmayı çok sevdiğinden parfümünden bolca sürmüş, hafif bir makyaj yapmıştı.

Taksi evine geldiğinde kapıyı kilitledi, küçük çantasıyla taksiye binip evden uzaklaştı. Hâlâ kalbinde Louis'ye duyduğu hisler dolayısıyla bir vicdani ağırlık olduğunu bilse de arkadaşının ısrarlarına karşı koyamamış olmanın getirdiği büyük bir öfke ve üzüntü de duyuyordu. Bazen şımarık ve ilgi dolu bir havada görünüyor olsa da sevdiklerinin ısrarlarına dayanamayacak kadar da yüreği şefkat ve mahcubiyetle doluydu. Bu zayıflığından bir an önce kurtulması gerektiğini biliyordu.

Restoran, çok katlı bir rezidansın yüksekçe bir katındaydı. Akşamın erken saatlerinde devasa bir kuleymişçesine gökyüzüne uzanırken içinde bir ürperti belirti. Doğru mu yapıyorum? Hayır.... Arkadaşımın ricasına saygı mı gösteriyorum? Maalesef...

Asansöre bindi, kırk beşinci katta indi. Restoran kırmızı, beyaz, siyah ağırlıkta döşenmişti ama bu renkler keskin bir ton yerine daha koyu tonları tercih edilerek ortama seksi ve bir o kadar romantik hava katılmıştı. Masaların çoğu; genel olarak devasa camların şehir manzaralı kısımları boştu. Birkaç garson yüksek özenle masalar arasında dolanıyor, loş ışıkların altında bir köşede jazz ekibi, hafif ritimlerle çaldığı enstrümanlarla ortamı yumuşatıyorlardı.

Biraz gergin hissettiği o dakikalarda gizemli adamı arayan gözleri, saksafonun romantik ritmi oynaşırken, sonunda cam kenarında, kendisini ayakta bekleyen kişiyle buluştu. Yüreğindeki gerginlik yerini hayrete ve sonrasında heyecana sürüklerken, baştan sona siyah takım elbise giyinmiş ev arkadaşının elindeki bir buket çiçekle kendisine gülümsüyor oluşu hayalinden çok daha ötede olan bir buluşmadan ibaretti.

Titreyen adımları ona ilerlerken, sonunda karşı karşıya gelmeleri üzerine Louis'nin elindeki çiçek buketi ona uzandı; bir çiçeklere, bir ona bakan şaşkın gözleri, genç adamın istemeden gülmesine sebep oldu.

"Seni bekliyordum."

"Bu... Ama sen... Çikolata..."

Louis'nin gülüşü daha da bir keyiflenirken, Harry için sandalyeyi geriye çekerek, "Evet," dedi. "Willy Wonka benim, Louis William Tomlinson... Ben anlatmadan önce oturmaz mısın?"

Where Is My Landlord? | LarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin